Kardeşlerime Mektup

Sevgili Kardeşlerim,
Dün 1 Mayıs’tı biz burada, Bern de (İsviçre) sakin bir yürüyüş yaptık, polis saldırmayınca, anlamsız sınırlar, barikatlar koymayınca, gereksiz bahaneler bulmayınca durum bu oluyor, kimse saldırganlaşmadan, kırıp dökmeden, biz de varız, biz insanız, işçiyiz, memuruz, köylüyüz, öğrenciyiz dedik, iyi de oldu, varlığımızı hatırlattık.
Sizin orada, yani ülkemizde durum hiç iyi değildi, biliyorum, haberlerden izliyorum. Yine çok kardeşimizin canı yanmış, çok kardeşimiz gözetim altına alınmış, hırpalanmış, canları yakılmış.
Türkiye’ de iyi şeyler olmuyor, tüm dünya bunun farkında, sürekli izleniliyor ve herkes Türkiye’nin gidişatından kaygılı, üzgün ve tedirgin.
Herkesin sorduğu ortak bir soru var:
Türkiye’ de neler oluyor ve Türkiye nereye gidiyor?
Bu gidişi İtalyan Mussolini, Portekizin Salazar, İspanyanın Franco dönemine benzetiyorlar. Bu da hiç hoş değil, ülkemin bu ülkelere benzetilmesinden utanıyorum, eziliyorum. Ülkemin o ülkelerle bir anılmasından büyük rahatsızlık duyuyorum ama karşılarında Ülkemi savunacak sözde bulamıyorum.
Dün yine Fransa’yı, Hitler Almanya’sını aratmayacak manzaralar izledi tüm dünya. Böyle mi olmalıydı?
Türkiye’yi yönetenler yönetemez hale geldiklerinin işareti bunlar olsa gerek. Yönetme becerisini kaybeden liderlerin yaptıkları yapılmaya başlandı:
Yönetemiyorsan yönetmek için şiddete başvuracaksın, en küçük tepkiyi şiddetle ezeceksin, yasaklar koyacaksın, korku salacaksın. En önemlisi de korku, korkuttun mu bir halkı gerisi kolay, o halk kendini bulana dek rahat yönetirsin, yapmak istediklerini rahatlıkla yaparsın. Almanya’ da, İtalya’da, İspanya’da bunlar yapılmıştı.
Benzeri de Türkiye’de deneniyor, burada herkes bunu söylüyor, bu da üzüyor beni.
Cılız ve silik olan muhalefet, (muhalefet yapıyorum gibi görünen muhalefet) 128 Milyar doların nerede olduğunu soruyor. Gayet normal bir soru, elbette soracaklar ve soracağız, orada biriken para insanlardan toplanan vergiler. Halk kendi parasını soramayacak mı?
Devletin kasası kendi kasaları olmuş, istedikleri yere harcıyorlar ve bu harcamayı korkusuzca yapıyorlar; ne halktan korkuyorlar ne muhalefetten. Ticaret bakanı keyfine göre kendi şirketinden mal alıyor ve yüksek fiyatla ve bunun hesabı ödenmiyor, bakana hizmetlerinden dolayı (çalıp çırptığı için) teşekkür ediliyor. Çal çırp üstüne teşekkür al; harika!
Halka üç kuruş bayram ikramiyesi çok görülürken, yandaş şirketlere devlet desteği sunuluyor, milyon dolarlar veriliyor, esnafa gelince, onlar yok sayılıyor, ne halleri varsa görsünler deniyor. Bunu da aslına bakarsanız çok net söylüyorlar.
Dereler dere olmaktan çıktı, yeşil ülke kuraklaşmaya başladı. Binlerce ağaç kesiliyor. Ne için altın için, o bölgenin yaşayan halkı hiç umursanmıyor. Canlarının istedikleri yere termik santraller kuruluyor, bacası zehir saçan fabrikalara izin veriliyor.
Esnaflar kepenklerini bir daha açamaz hale getiriliyor, onların yerini büyük şirketler dolduracak, ne arıyorsan Bauhauslarda, İkealarda, Media Markt’larda bulacaksın, oradan alacaksın. Bakkal devrini, küçük esnaf devrini bitirecekler, onların yerini tamamen büyük, Migros gibi marketler olacak ve biz sadece onlara kazandıracağız.
Sözde salgın döneminde işten çıkarılma olmayacaktı. Evet, işten çıkarılmıyor insanlar salgın nedeniyle, işverenler başka bir yol buldular, disiplinsizlik nedeni bularak insanları işten atıyorlar ve iktidar da buna ses çıkarmıyor. Sendikalı olmak bile disiplinsizlik ve utanç nedeni olarak gösterilip insanlar işten atılıyor ve tazminatları ödenmiyor.
Tarım bitik, hayvancılık bitik. Zeytin üreticileri, Fındık üreticileri ağaçlarını kesmeye başladı. Et dışardan getiriliyor, saman yine öyle.
Herkes şunu biliyor yönetenler yönetemiyor, yönetenler ülkeyi sadece korkuyla yönetiyor.
Sağlık sistemi tüm dünyada çöktüğü gibi bizim ülkemizde de çökük halde. Sağlık sektörü özelleştirilince durum kaçınılmaz olarak bu noktaya geldi. Tıpkı özelleşen eğitim sektörü gibi.
Korona salgını görünenden daha kötü yönetiliyor. Herkes, herkesim susturulduğu için kimse net bilgi veremiyor. Sürekli oyalama söylemleriyle durum idare ediliyor. Aşı aldık, şu kadar aldık, şu ay bu kadar gelecek deniyor, ya hiç aşı gelmiyor, ya da gelen aşı söylenenden daha az. Halk şu an ölümle baş başa bırakılmış durumda. Parası olan yaşayacak parası olmayan ölecek, durum bu.
Kapanma dediler, bu nasıl kapanmaysa milyonlarca insan çalışacak, esnaflar kapalı olacak büyük AVM’ler açık olacak. Halk kapanacak, iktidar partisi sokaklarda olacak. İnsanlar ne yiyecek, yeme ihtiyacını hangi parayla karşılayacak? Bunun yanıtı yok. İnsanlar bunu konuşmasın diye içki yasağını koydular. İnsanlara içki yasağını konuştururken açlığı unutturma derdindeler.
Türkiye hiç güzel yönetilmiyor, tüm dünya bunu görüyor, bunu söylüyor.
Önceleri insan kaçakçılığını şebekeler yapardı. Şimdi bu el değişti, bunu da biz yapalım, yaparsak en iyi biz yaparız dercesine kimi belediyeler buna el attı, gri pasaportlarla insan kaçakçılığı yapılıyor. Gelirin bir kısmıyla belediyeye kamyon aldıklarını bile söylüyorlar, bunu da marifetmiş gibi söylüyorlar. Bu işleri yapan belediye başkanlarının yerine kayyum atamadıkları gibi yasal işlemde yapılmadı, sadece soruşturuyoruz demekle yetiniliyor.
Bir dönem Bankerler vardı. Halkın parasını topladılar çatır çatır yediler. Şimdi ise bunların yerini kriptoculuk aldı. Topladıkları milyon dolarlarla kaçıyorlar, yönetenler bunu sadece izliyor, yasal düzenlemesi bile yok
Yasa sadece bu olumsuzluklara sesini çıkarmak isteyenlere yönelik yapılıyor.
Son yasak da bunu gösteriyor.
Gösteri anında polis müdahalede bulunduğunda ses kaydı yapmak, fotoğraf çekmek, videoya almak yasak.
Niye yasak?
Özel hayata müdahale, gerekçe bu!
Bu yasaklamayla neyin üzeri örtülmek isteniyor?
Polis daha rahat görevini yapsın diye mi?
Çekinmeden orantısız güç kullanmasını sağlamak için mi?
Korona salgını bahane edilerek 1 Mayıs yasaklandı. Sarı sendikalar bu yasağa burun kırın ettiler ama sonunda sarı olduklarını gösterip polisin belirlediği kurallar çerçevesinde Taksime çıktılar, çelenk bırakıp vazifemizi yaptık, hadi evimize gidelim dediler.
Sarı sendikaların ortak karakteri bu, burada da sarı sendikalar aynısını yaptı, Yüz kişiyle parlemento önünde toplandılar, basın açıklaması yaptılar evlerine gittiler, 1 Mayıs kutlanmış oldu. Neyse ki sarı sendikaların dışında duyarlı insanlar vardı. Onların varlığı insanlığa umut veriyor.
İzledi dünya, yine Türkiye’deki şiddete tanıklık etti. 1 Mayıs’ı 1 Mayıs gibi kutlamak isteyenlere orantısız güç kullanıldı. Çekim yapanların cep telefonları alındı, ayaklarının altında ezdi.
Türkiye de güzel şeyler yaşanmıyor diyenlere karşı ülkemi savunamıyorum, Türkiye de güzel şeyler yaşanıyor diyemiyorum, onların bakışları altında utanıyorum.
Biliyorum kardeşlerim, açsınız, işsizsiniz, aşısızsınız, geleceksizsiniz. Bunun için kiminiz intihar ediyor, kiminiz tarladaki ürününü yola döküyor. Tepki veren madenciler coplanıyor, dağlarımızı, derelerimizi, ağaçlarımızı yok edemezsiniz diyen köylü kardeşlerim dövülüyor. Sanatçılarımız intihar etmeye başladı, bu ne demek!
Sadece paramız dolar karşısında değer kaybetmedi, insanlarımız da değeri düştü bura da.
Böyle mi olmalıydı?
Utanarak yaşamak istemiyorum!
Gururla Türkiye vatandaşıyım demek istiyorum.
Kardeşlerimin dövülmediği, aç kalmadığı, işsiz kalmadığı, korkarak yaşamadığı yeşil ve bağımsız bir Türkiye istiyorum.
Bunu istemeye hakkım var sanırım.