Unutuşun kolay ülkesindeyiz ama unutmayacağız!

Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından
ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım
durmadan düşünüyorum
ne kadar çok öldük yaşamak için.
Onat Kutlar
Yıl 1997. Konya Ereğli Karayolu’nda tanker şoförünün uyuması sonucu meydana gelen katliam gibi kazada, çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu 48 kişi diri diri yanarak ölmüştü.
Dönemin diyanet işleri başkanı hemen açıklama yaptı: Onlar şehit!
**
Ne garip değil mi yaşarken üç kuruş değer verilmeyen insanları ölünce şehit ilan etmek. Ve unutmak… Ne çabuk unuttuk değil mi bayrak bayrak gelen tabutları? Sonra metanet dilenen acılı ailelere “Al şu tabutu gurur duy” diyenleri gördük.
**
Annesinin kucağında kurşunlanan bebekleri unuttuk. Cizre’de, evinin kapısının önünde vurularak öldürülen ve cesedi kokmasın diye derin dondurucuda saklanan 10 yaşındaki Cemile Çağırgan’ı unuttuk.
**
Samsun’da açlıktan ölen Kübra bebeği de unuttuk. Muharrem bebeği hatırladınız mı? Hani bakanların seçim gezisi için seferber edilen ama Muharrem bebek için kaldırılmayan ambulans helikopter olayı vardı. Muharrem bebek öldü. Babası onu bir çuvala koyup 16 kilometre uzaktaki mezarlığa kadar sırtında taşıyıp toprağa vermişti.
**
2012 yılıydı. Adana’da eşi işsiz kalan ve ev kirasını 8 aydır ödeyemeyen 26 yaşındaki Emine Akçay, üşüyen çocuklarını saç kurutma makinasıyla ısıtmaya çalıştıktan sonra canına kıymıştı hatırlıyor musunuz? Emine’yi de unuttuk.
**
Henüz üç yıl önce, oğluna, okulun istediği pantolonu alamayan İsmail Devrim, çocuğu okuldan gönderilince “Çocuğuma bir pantolon alamıyorsam niye yaşıyorum ki” diye kendini asmıştı. O çaresiz babayı da unuttuk.
**
Ve kadın -çocuk cinayetleri… Kadın ve çocuk istismarı, diyanetin iğrenç fetvaları… Memleket yangın yerine rahmet okuturken, inşaatlar, çadır yangınları, kamyon kasalarından savrulup ölen, madenlere gömülen işçi haberlerinin ardı arkası hiç kesilmedi.
**
İş kazası diye geçiştirdikleri iş cinayetlerinde, alınmayan önlemler yüzünden, bir böcek kadar değer verilmediği için insan hayatına, insan hayatı bu ülkede sudan ucuz olduğu için iş cinayetlerinde dünya üçüncüsü Avrupa birincisi olduk.
**
Katil patronların çıkarları için oluk oluk aktı kanımız. Suyumuz, toprağımız, derelerimiz, nehirlerimiz kalmadı. Yağmalandı, yakıldı, yıkıldı, satıldı, ranta kurban edildi. Kazada ölmediysek depremlerde, sellerde öldük.
**
Aladağ’daki tarikat yurdunda 11’i çocuk 12 can yanarak öldü. O küçücük bedenlerin birbirine sarılmış yanmış cesetleri… Ve Aladağ yangını davasında bir tek tutuklu kalmadı. O melekleri de unuttuk. Çaresizlik yüzünden, yoksulluk yüzünden tarikatlara teslim edilen çocuklarımızdı onlar.
**
128 milyar doların akıbeti bilinmiyor. Demirören’in Ziraat Bankası’ndan alıp ödemediği kredi sır sayılıyor. Deprem vergileri nerede? İşsizlik büyüdü, yoksulluk büyüdü, gençler bu ülkeden gitmek istiyor. Vardır değil mi bunların bir nedeni?
**
Biz öldükçe onlar kader dediler, tevekkül dediler, imtihan dediler. Kanını içip biat etmeni istediler. Uyan hadi derin uykudan.Salgın, yangınlar, sel, ölü sayılarındaki artış haberleri… Ölümün kol gezdiği yalnız ve yorgun bir ülke… Elbette hiç kimse bilerek ve isteyerek kendini yoksullaştırmaz, durup dururken canına kıymaz, kendi kendini ölüme terk etmez ama bir köşede sadece beklemekle de çare bulunmaz.
**
Ne demişti Nazım usta:
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”