Güzellikler yarıştırılmaz

Bana durmadan soruyorlar, neden yarışmalara katılmıyorsun? En çok aldığım sorulardan biri de bu. Neden ödülsüz yazarsın? Kitapların ödüllü olursa hem çok tanınırsın, hem çok okunursun, hem çok satılır kitapların, diye akıllar veriliyor.
Yoksa kitaplarına mı güvenmiyorsun, kazanamamaktan mı korkuyorsun diyorlar, diyenler de çıkıyor. Kazanamayınca kendime olan güvenimi yitirip bir daha kompüterin başına geçmememden söz ediliyor. Yazmaktan korkmadım hiç, kapitalist sisteme ve bu sistemi temsil eden diktatörlüklere karşı mücadele etmekten geri durmadım, bunun bilinmesinde fayda var kanısındayım.
Belki bunları o da (platonik aşkım da) düşünmüş, aklından geçirmiş olabilir, bu ihtimal dâhilinde. Söyleyin biriniz ona, bu yazdıklarımı okusun, nerde durduğumu görsün, belki bana hayran olur, böylece aramızdaki arayı daha da aralamaz.
Hiç ummadığım kişiler ürünlerini yarıştırıyor, yarışmadan yarışmaya koşuyor, biraz adını duyuranlarda, musluk başını tutanlarda, yani demem o ki muhtar gibi mührü eline alanlarda jüri oluyor, beğenisine göre, ya da vicdanına göre, algısına göre veya yakınlığına göre basıyor mührü, sen en iyisin diyor, birinci, ikinci, üçüncü yapıyor, mansiyon ödülü veriyor. Burada onlara, yani jürilik yapanlara sormalı. Orada olmaktan utanmıyor musunuz? En iyi bilen olmak size tarifsiz haz ve ayrıcalık mı katıyor. Hani en iyi bildiğimiz şey hiçbir şey bilmediğimiz şeydi. Ne oldu da bu felsefenden uzaklaştınız? Para için mi, kendinizi bizden üstün görme kompleksinden mi?
Kazananlar iyi de kaybedenler kötü mü? Kazananlar meşhur oluyor, ben en iyiyim diyerek caka satıyor. Ya kazanamayanlar ise değersiz ve sıradan, bu mu?
Peki, anti- kapitalist biri, insandan yana biri, güzellikleri üretmek gibi kaygısı olan biri ürünlerini yarıştırır mı, kendini yarıştırır mı, ben senden, ben sizden daha iyiyim diye caka satmak iste mi? Kişilikli insan bunu yapar mı?
Bu soruların bir yanıtı olmalı, bu soruların yanıtını her insan vermeli ama mutlaka sanatçılar ve edebiyatçılar da vermeli. Bunun yanıtını vermeden ürün üretmeye girişenlerin ürünleri hep ham kalacaktır, hiç olgunlaşmayacaktır, karakterini bulamayacaktır, bu böyle biline. Belki sistem tarafından pohpohlanacaklardır ama hemen söneceklerdir. Kazanıp da sönenlere, o kazananlarda çok tanık olmuşlardır. Bir sanatçı, bir edebiyatçı, hele ki bir aydın ne yapıp edecek kapitalizmin tekerine çomak sokacak, aydının işlevi budur.
Oldubitti söylüyorum güzelliklerin yarıştırılmayacağını, bunun insani olmadığını. Oysa bitmek bilmiyor, önü alınamıyor bu yarışmaların, sistem sürekli teşvik ediyor yarışmaları. İşin en acı, en vahim, en çirkin yanı da edebiyatçıların, sanatçıların buna dâhil olması, bu çirkinliğin bir parçası olması. Hem insandan yanayım, hem güzellikten yanayım, hem demokrasiden yanayım, hem kapitalizme karşıyım, hem diktatörlüğe, tek adam sistemine karşıyım diyeceksin sonra kalkıp kapitalistlerin oyunuyla oynayacaksın, onların yöntemiyle başarının yollarını arayacaksın, kolaycı olacaksın ve başarıyı da kazanmakta göreceksin; böylece şöhreti yakalayıp daha çok okunan, daha çok satan, daha çok kazanan olacaksın.
Yarışmalar insani bir ihtiyaçtan dolayı gündeme gelmedi, bu tamamen popülist kültürden gelme, şansa dayalı, kolay yoldan başarıyı yakalama kültürünün sonucu, tıpkı piyangolar gibi, bir lirayla bin lira kazanmak.
Bir başarı ve ödül hikâyesi okumuştum, şöyle yazıyordu:
Dünya çapında bir sinek ilacı firması bünyesindeki mühendisleri toplar, onlara görev verir: Pazara daha çok nasıl ürün sürebilir ve daha çok nasıl kâr edebiliriz, şirketin kalkınması için ne yapabiliriz? Herkes bir proje hazırlasın denir. Mühendisler harıl harıl çalışır. Patronun huzuruna çıkarlar. Birinin projesi şöyledir. İlaçtaki sinekleri öldüren ve kovalayan kimyasalı yarı yarıya azaltalım. Bir günde bir tablet kullanılan ilaç, iki tablete çıkacaktır, böylece hem daha çok satmış hem daha çok kazanmış olacağız der. Bu projenin sahibi olan mühendis kazanır ve ödüllendirilir.
Hatırlayacaksınız 1972 de Altın Koza ödülü siyasi nedenlerden dolayı Yılmaz Güney’e verilmez, oysa Yılmaz Güney jürinin oylarıyla kazanmıştır. Dönemin iktidarı yarışmaya müdahale eder. Ödül Cüneyt Arkın’a verilir. Cüneyt Arkın onurlu davranır ödülü reddeder, şöyle der: “O ödül Yılmaz’ ın hakkıdır.”
Tv’ ler de yarışma dolu. ‘Kim Milyoner Olmak İster’ yarışması var. Bu yarışmaya katılmak, elemeden geçmek kolay değildir, böyle söylenir. İktidarın vakfı TÜRGEV (Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) duruma müdahale eder, kendi yandaşlarını elemesiz ve sıralamaya koydurmadan yarışmaya sokar.
Bildiğiniz gibi sınavlarda bir yarışmadır, en başarısız olanlar bile kazanabilir. Tarihimiz bunlarla dolu. Yine yakın zamanda iktidarın ortağı Fethullahçılar soruları çalar, yandaşlarına dağıtır, kazananların çoğunluğu onlar olur, kaybedenler de geceli gündüzlü ders çalışan çocuklarımız olur.
Güzellik yarışmalarımızı biliriz. Kızlarımız kolay yoldan şöhrete paraya sahip olmak için akın akın koşarlar. Güzellik yarışmalarında yaşanan çirkinlikleri yazmaya kalksak ciltlere sığmaz.
Nobel ödülünü alan Orhan Pamuk’ a kırk yıl kalsa insani ödülümü vermem. Neden mi? Durduğu yerden dolayı! Yetmez ama Evet diyerek tek adam sistemine kan verdi, Türkiye’nin bu günleri yaşamasına katkı sundu, bu yetmez mi? Orhan Pamuk’un demokratlığı iktidar için, iktidar gibi düşünenler için, o bizler için demokrasi istemediği için, bugün laikliğin ve Cumhuriyetin tehlikede olmasında katkısı olduğu için…
Hayat ödülsüz mü olmalı, insanların başarısı ödüllendirilmemeli mi?
Böyle bir soru kaçınılmaz bir sorudur, çünkü bu soru bana da soruluyor.
Hayat elbette ödülsüz olmamalı, başarı ödüllendirilmeli.
Peki, neye ödül verilmeli?
Emek ödüllendirilmeli.
Ama her emek de ödüllendirilmemeli.
Bu neye göre belirlenmeli?
Emek insanın insanlaştırılmasından yanaysa, güzeli üretmekten yanaysa, iyiden yanaysa ödüllendirilmeli.
Emek olgunlaşmadır aynı zamanda.
Olgunlaşmış emekçi de ödülünü alırken ukala ukala konuşmaz, kabara kabara gezinmez, üstünlük taslamaz.
İnsan böyle insanlaşır ancak, sanatçı böyle sanatçı olur!