DİKTATÖRLER

Diktatörler hangi hamamda yıkanırsa yıkansın; daima kan kokar. Kana bulandıkları için tarihin kapısından zahmetsizce geçerler. Tarihin sayfaları uydurma ve yalanla doludur. Kitlelerin tutsaklığı da bu yalana inanmakla başlar. Diktatörler tarihin oyuncağı ve esiri oldukları için zamanın nasıl yürüdüğünü anlayamazlar. Zamanın yinelenemez olduğunu kavrayamadıklarından alçaldıkça alçalırlar.

En büyük düşmanları, cennetin de cehennemin de yer yüzünde olduğunu işaret edenlerdir. Bu nedenle yakıp, yıkıp, yok ederler. Yok ettikleri geçmişin üstünü kapatmak için taş üstünde taş bırakmazlar:

“Unutun, unutun, geçmişi hatırlamanın ne faydası var; acıdan başka; geçmişle yaşayamazsınız?” diye akılları sağır edecek biçimde öfkeyle bağırırlar. Geçmişten geleceğe tek bir acının bile taşınmasına izin vermezler. Ormanı yakıp, toprağı çırılçıplak ve çorak  bıraktıkları gibi geçmişi yok ederek, bütün belleğimizi silerler.

Korkuyla yönetirler. Korkunun, umudu küle çevirdiğini bilirler. Bu nedenle, çığlığımızı, öfkemizi, düşüncemizi, vicdanımızı ve hayallerimizi, korkuyla boğarlar.

Tanrının sahibidirler. Hepimizin ona muhtaç olduğunu, anlamadığımız dualarla yineleyip, ellerimizi göğe açtığımız bir dünyanın daha adil olduğunu her gün yeni bir yalanla yinelerler. Bilgelikleri olmadığından sürekli gösterişe başvururlar. Yığınların beyni, kulluğun yüceliğiyle yıkanarak manipüle edilir. Kalabalıklar gökyüzüne el açıp beyhude beklerken; onlar en kutsal efendilerini cüzdanlarında taşırlar. “İki efendiye birden kulluk edilemeyeceğini” tarihten öğrenmişlerdir.

Diktatörlerin kutsal efendisi paradır. Para, güç ve hırsın kölesidirler. Nefsleri doymak bilmez. Açgözlüdürler. Hep isterler. İstekleri sonsuzdur. Hiçbir şey onları doyurmaz. Saraylar yaptırırlar; korkarak yaşadıkları. Çürümüşlük ve suçluluk içinde debelendikleri halde; görenler gördüğünü, duyanlar duyduğunu, yaşayanlar yaşadığını, düşünenler düşündüğünü, ifade edemez.

Mal biriktirirler. Para biriktirirler. Böylece güçlendiklerini ve yenilmez olduklarını düşünürler. Parayla ölçülmeyen değerleri acımadan yok ederler. Para, güç ve kanın birbirini beslediği toplumlarda; kalabalıklar, sırtlarına yapışan kan emicileri yok sayarak yaşayan ölülere dönüşür. Bu dönüşüm, diktörlerin daha da azgınlaşmasına, haydutlaşmasına, baskı ve zulmünü yeryüzünün tüm katmanlarına yaymasına vesile olur.

Diktatörler, dünyanın kendileri için yaratıldığına inanır. Bu nedenledir ki, dünyayı, yangın yerine çevirirler. Yaşadıkları yıllar erdemle değil, zulümle anılır. Hiçbir şey hatırlanmasın, hiçbir şey hayal edilmesin diye; yarını bugünden yok ederek, bugünü düne bağlayan düşüncenin yolunu zorbalıkla keserler. Böylece zulmün bıraktığı boşluk gittikçe büyür. Bir süre sonra bu boşluğu hiçbir şey dolduramaz olur. 

Kalabalıklar, dünü olmayan ve yarını beslemeyen bugünün içinde yaşamanın anlamını sorgulamaz. Diktatörlerin elden düşme vaatlerine inanırlar. İnandırıldıkları vaatlerin boyunlarına takılan bir tasma olduğunun farkına varamazlar.

“Diktatörlerle yaşamak; ateşi sönmeyen bir yangın; başı sonu belirsiz bir zamanda karanlıkta boğulmaktır, ” diyenler, ateşe atılır. Yangından kurtulanlar; hain, sapkın, düşman ve terörist diye etiketlenir. Arşiv kayıtlarına kırmızı çarpılarla girerler.

Karanlıkta boğulan kalabalıkların gözleri kapalıdır; hala çevrelerinde aydınlığın olduğuna inanırlar. Karanlığın yarınları yuttuğunu hissetmezler. Dolap beygiri gibi çevrelerinde dönerler ve karanlığın gideceğini düşünürler. Korkaktırlar. Yaşamları korku içinde geçmiştir. Güneşin doğduğu yöne bakamazlar; körleşmişlerdir. Dünyanın patırtısını ve gürültüsünü duymazlar. İdealleri ve vicdanları onları terketmiştir.

İdealleri, hayalleri ve vicdanı olmayan toplumlar şaşmaz bir gerçeklikle her zaman zulmün yaratıcılarını doğurur.

Zulmün yaratıcıları, kan ve parayla tarih yazarlar. Paranın izi, kanın kokusuyla aynıdır. Hiçbir zaman silinmez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.