Siyasetçilerdir Kaderi Yazan

    

      Felaketler bilinmezliklerle doludur, bu yüzden Tanrıları yaratan felaketler olmuştur.

     İnsan yağmurun nasıl yağdığını, yıldırımın nasıl oluştuğunu, depremlerin nedenlerini, volkanların patlama sürecini, kuraklıkların nedenlerini bilmiyordu, bilmediği içinde korkuyordu. İnsan korktuğu şeye saygı duydu, boyun eğdi, ona itaat etti, itaat ettiklerini de Tanrılaştırdı.

    Her bilinmezliğin bir tanrısı oldu sonradan. Ateş Tanrısı, Su Tanrısı, Gök Tanrısı, Savaş Tanrısı, Güneş Tanrısı, Toprak Tanrısı, Bereket tanrısı, ama en güzeli de Aşk Tanrısı.

    Zayıf insan, bilinmezlikleri bilinir kılamayan insan yüzlerce Tanrı yarattı, bu Tanrılara taptı, ona nice canlıları kurban etti.

     Kıtlıklar, kuraklıklar yaşıyordu, yangınlar çıkıyor, salgınlar oluyordu… Tanrılarına koştular, onlara sığındılar, dualar etiler, adaklar verdiler; sonuç hep dertleriyle baş başa kalmak oldu.

     Tanrılar çözüm olmuyordu.

     Elediler işe yaramayan Tanrıları bir bir. İşe yaramayanlar elenecekti elbette, doğanın kuralıydı bu.

     Kala kala tek Tanrıyla kaldı insan.

     İnsan Tanrıyı yarattı, döndü yarattığı Tanrılara itaat etti. O yerdeydi, o gökteydi, o her yerdeydi, o her derde dermandı, bilinmezlikleri bilinir kılandı o. Her şeyi bilen, her şeyi yazan oydu.

     Her şey ondan geliyordu.

     Her şeyi veren oydu, alan da, canı veren canı alan!

     Yazan!

     Alın yazımızı yazan, insanın kaderini belirleyen…

     Yaptı dört kitabın da alın (kader) yazısının açıklamasını:

     “Daha insan doğmadan önce başına gelebilecek şeylerin Cenâb-ı Allah tarafından taktir edilmesi, yazılmasıdır. Allah’ın her şeyi önceden bilmesi, belirlemesi İlahlığın olmazsa olmaz şartıdır. Aksi taktirde Allah’ın –haşa- bazı konularda cahil olması, güçsüz olması gerekir. Her şey, Allah’ın ilmine, o kişi hakkındaki hükmüne uygun olarak kaydeder. Bir şey nasıl bilinirse öyle olmaz, nasıl olması gerekiyorsa öyle yazar.”

     Tanrı bunları yazarken tek dünya vardı, kentler (yerleşim yerleri) vardı, sınırlar, ülkeler çizilmemişti, harita yoktu. Ülkeler oluştu sonra, sınırlar çizildi, yasalar kaleme alındı.

     Her ülkenin anayasası Tanrının kitapları gibiydi.

    Dört kitap da Ana yasadır aslında.

    İnsanın yaşama sınırları bu kitaplarla belirlendi. Ne yapacağını, ne yapmaması gerektiğini yazıyordu. Yazılanların dışına çıkıldığında alacağı cezalarda unutulmamıştı. Ağırlaştırılmış hapis ve ölüm cezaları gibi. Din kitapları da cehennemi gösteriyor ağır ceza olarak.

     Tam da burada sormalı.

     Bu soruyu onunla sormak isterdim, bir masada otururken veya dostlar sofrasında.

     Kaderi yazan Tanrı mı, yoksa siyasetçiler mi?

     Onunla nice sorular sormak, sorularımıza yanıtlar aramak isterdim. Ortak akıldan yanayım ben. Çok akılın içinde yanlışlar, aykırılıklar, tehlikeler olsa da ortak akıldır insanı doğruya ulaştıran. Tek akıl her zaman insanı felakete, cahiliyeye götürdüğünü bilirim.

     Onunla akıl üretmenin hazzı bir başka neşeli olacaktır, eminim.

     Aşkıma da bir biçimde sordurmalı bu soruyu ve herkes sormalı kendine, yakınındakine, aramalı yanıtını.

     Her yanıt bilinmezlikte saklıdır ve her yanıt sorunun kendisinde vardır.

     Peki, soralım çekinmeden!

     Tanrı siyasetçiler midir?

     Bir de kelimelerin yerini değiştirerek soralım:

     Siyasetçiler Tanrı mıdır?

     Yasaları yapan kim?

     Siyasiler, yani iktidarı elinde bulunduranlar yapıyor.

     Bu güne kadar kaleme alınan hiç bir Anayasada halkın katılımı yoktur. Ne bir dernekler federasyonu, ne işçi sendikaları, ne meslek odaları vardır. Ve her Anayasanın temelinde mülk vardır, Mülkü koruma Anayasası demek daha doğru olur bunlara.

     Burada kastedilen bir karış mülk değil, ufak bir bakkal değil, baş sokulan küçük bir ev de değil, söz konusu olan büyük topraklardır, binlerce insanın çalıştığı fabrikalardır.

     Anayasal sınırlar içinde yaşayan insanların yaşamını düzenliyor bu yazıya alınan yasalar.

     Doğmamızdan tutun ölmemize kadar her şeyi belirliyor. Hangi okula gideceğimizi, hastalanınca hangi hastaneye gideceğimizi, evleneceğimiz kişileri, kaç çocuk yapacağımızı, ne kadar aylık alacağımızı, hepsini.

     Nasıl öleceğimizi de siyasiler yazmış.

     Trafik kazasında öldüğümüzde, söylenecek söz hazır; kaderi böyle yazılmış. Bir ülkenin yolları bozuksa, işaret levhaları dikilmemişse, kar yağdığında yollar açılmazsa, buzlandığında tuzlanmazsa kazalar çok olur, çok insan da ölür; biz de buna kader deriz.

     Bugün salgından (korona) ortalama resmi rakamlara göre (kurumların rakamına göre ise dört katı olduğu söyleniyor) 200 insan hayatını yitiriyor. Ve bu da alın yazımız oluyor. Şimdi siyasiler sağlığa yatırım yapsa, yoğun bakım ünitelerini çoğaltsa, aşı alsa, personel sayısını artırsa, çalışma süresini indirse ölümler bu kadar yüksek olur muydu?

     Türkiye’ de kalkınma oranı düşük. Siyasiler eğitime önem verseler, bilimsel temelde eğitim yaptırsalar, laboratuvarlar kurulsa, fabrikalar kurulsa, dışardan mal alımını azaltıp iç üretime yönelseler kalkınma yüksek olurdu; güçsüz ve dışa bağımlı bir ekonomimiz de bir kaderdir.

     Savaşta ölmekte kaderdir deriz, ama savaşı çıkartan biz değilizdir, iktidarı elinde bulunduran siyasilerdir. Sonra tabur tabur insanları savaşa sürer. Savaş zaten ölümdür. Şimdi bu kaderi yazan Tanrı mı oluyor?

     Sayısız örnekler veririz alın yazısına.

     Tahir Elçi’ yi vuran katil yakalansa mahkemeye çıkarılsa ve şöyle dese:

     “Hâkim Bey alın yazısına inanıyor musunuz?

      Hâkim büyük olasılıkla inanıyorum diyecektir, inanmayan Hâkimi orada tutmaz bu sistemin siyasileri.

      Sonra, “Alın yazısını kim yazar?” diye sorsa katil.

     “Cenâb-ı Allah yazar,” diyecektir mecburen, Cenâb-ı Allah’tan başka kim yazabilir!

     “Benim kaderime de Tahir Elçi’ yi vurmak yazılmış. Ben ne yapayım Sayın Hâkim, Cenâb-ı Allah’ın emirlerini yerine getiren bir kulum,” dese katil, Hâkim ona nasıl ceza verecek?

     Zaten bu tür katillere de cezalar verilemiyor, verilenlere de göstermelik veriliyor, sonra bunlar özel ceza indirimleriyle çıkartılıyor.

     Peki, bu özel ceza indirimlerini çıkartanlar kim?

     Siyasiler!

     Yani yasa yapanlar, yani alın yazısını yazanlar.

     Şimdi bu durumda alın yazısı yazanlar kim?

     Tanrı mı?

     Haşa!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.