Muhittin Çoban’la ‘İnsani Edebiyat Üzerine Söyleşi

Seçkin Zengin: Sizi tanımayan okurlarınıza kendinizi biraz tanıtır mısınız?

Muhittin Çoban: Beni tanımayan tanıyandan çok! Bunu biliyorum! Bunun bir nedeni postmodernist insan olmamam, ikincisi; yayınevlerin tanıtıma pek yönelmemesi, üçüncüsü; kanımca iyi bir yazar olamadım, dördüncüsü de; sistem benim gibi yazarları yok saymaya çalışması, takoz koyması. Bunca meşakkatin içerisinde filizlenmek tüm mesele, hayat bulmak! Doğmak yetmiyor yaşamak için! Ben de bunu yapıyorum, doğduğum günden bu yana diyemem ama itiraz etmeye başladığım günden bu yana diyebilirim. Çukurovalıyım. Çukurovalıda itiraz kültürü vardır, bu kültür İnce Memed’ de net görülür. İnce Memed’in cirit attığı, Ağaların yüreğini ağzına getirdiği Anavarzalara yakın bir köyde, Ceyhan’ ın Mercimek Köyünde dünyaya geldim. Bir avuç topraklı köylüydü babam. Doyurmadı, yetmedi toprak, işçi oldu Adana’ya geldik. İşçilik ben de sınıf bilincini oluşturdu. Bir tarafta Ağalar Köylüler, bir tarafta sermayedarlar bir tarafta işçiler, bir yerde sermayedarların sivil güçleri bir yerde itiraz eden ince Memed’in arkadaşları. Ülkeyi yönetenler yönetemeyince sivil güçlerini grevcilerin, protestocuların, itirazcıların üzerine salıyordu. Böylesi bir dönemde 16 yaşından bir gençtim. Sivil faşist safından yer alamazdım, itirazcı biri olarak. İtirazcı olmanın bir bedeli vardı, o bedelden ben de payıma düşeni aldım. Hapishaneli hayatlarım oldu. İdamla yargılandım, müebbet ceza verildi, on bir yıl yatıp çıktım. İtiraz etmek inatçılıktan gelir gibi bir algı var toplumda, itiraz buyun eğmemekten, dil bükmemekten gelir aslında.
S. Zengin: Yazmaya ne zaman başladınız, sizi yazmaya yönelten nedenler nelerdi?
M. Çoban: Yazmaya hapiste başladım. Hapishane benim için eğitim okulu oldu. Gerçek anlamda okumayla hapishanede tanıştım. Tamam, bir itiraz kültürümüz var ama onun içini doldurmam okumayla oluştu. Okudukça şu soru beni korkunç rahatsız etmeye başladı. Neden yazmıyorum? Derken ufaktan ufağa yazmaya başladım. Yazmak benim için sağılmak gibi bir şey olmaya başladı, bunu fark ettim yazdıkça. Bir ineği düşünsenize, sütle dolmuş ak-pak memelerini. O süt sağılmazsa irinleşir, sancı yapar, zehirler ineği. İnsanda böyledir, dolan beyni sağmak gerek, yoksa o ak-pak bilgiler kaldıkça insanı zehirler. Ak-pak düşüncelerden rahatsız olanlar yok mu, var. Onlar bizim bu ak-pak fikrimizi zehir gibi gördüler. Hatta her yerde şunu dediler: Bunların fikirleri zehirlidir, uzak durun. Bizi tehlikeli bulup karşıya aldırlar. O gün bu gündür adımız zehir saçana çıktı. Yılanın zehri de tehlikeli bulunur. Oysa yılan zehri ne dertlere devadır.
İnsan konuşarak ta sağılır, ama benim konuşma yeteneğim yok, bu konuda pek beceriksizim. Yazma yeteneğimi geliştirmeye çabaladım, yoksa içinde kalacak oluşan bilgiler, gün gelecek irin olacak.
O gün bu gündür yazarak sağıyorum kendimi. Bu güne kadar dokuz kovalık (kitaplık) sağıldım, niyetim birkaç kitaplık (kovalık) daha sağılmak.
S. Zengin: Hapishane ortamı edebiyatınıza ne kadar yansıması oldu?
M. Çoban: Beni eğiten, beni edebiyata yönlendiren yer oldu. Hapishaneye atılmasaydım edebiyata ilgim olur muydu, bilemiyorum, bu sorunun karşılığını veremem. Memleketimden insan manzaraları diyor ya Nazım, hapishaneler insan manzarası. İnsanı mapusta tanıdım dersem yeridir. Mapusta olgunlaştım, mapusta büyüdüm, mapusta okumayla tanıştım. Dinlemeyi seven biriyim, soru sormayı severim. Bilmeden hikâyeler biriktirdim. Bunun bana katkısı çok oldu. 11 yıllık mapus hayatımda gördüm ki mapushane şerefli insanların ocağıymış.
S. Zengin: Örnek aldığınız yazarlar var mı?
M. Çoban: Örnek aldığım yazarlar demeyim de sevdiğim yazarlar diyeyim ben buna. Çünkü ben sadece Orhan Kemal olmak istemedim ki. Sebahattin Ali’ yi okuyunca onun gibi güzel yazmak istedim. Aziz Nesin’ i okuyunca, ben de onun gibi yazmalıyım diyorum. Ama suya sabuna dokunmayan, itirazcı olmayan, teslimiyetçi olan (Orhan Pamuk gibi yetmez ama evet’ çi) yazarları sevmedim, sevemedim, onlar gibi olmak istemedim. Duru bir Türkçe bilsinler, gramerleri süper olsun, itirazcı olmadıktan sonra, değişimi, dönüşümü önlerine koymadıktan sonra ne anlam ifade ederler ki. Ali Nesin babası Aziz Nesin’ in yanına gidince nasıl yüzüne bakacak? Babasını Madımakta yakmak isteyenlere kalkıp yetmez ama evet demek nasıl bir kişiliktir acep?
S. Zengin: Yazılarınızda, şiirlerinizde en çok sevgi/ aşk üzerinde duruyorsunuz, neden sevgi/ aşk?
M. Çoban: Bu konunun dikkatinizi çekmesi doğrusu sevindirdi ve sormanız da iyi oldu. İnsanlar sanıyor ki ben sevgiye/ aşka açım, doymak bilmiyoruz, bunu saplantı haline getirmişim gibi bir algı var. Saplantı yaptığım doğru değil ama aç olduğum, doymak bilmediğim doğru. Siz suya doyuyor musunuz? Hayır! Suya doyulmaz. Sevgi ve aşka da doyulmaz. Doyduğunu söylediğin anda kötülük başlar, şiddet başlar, felaketlerin biri biter biri başlar. Entrikayı, savaşı, yalanı, hırsızlığı, rüşveti üreten sevgisizliktir. Eğer bugün dünyaya kötülük hâkimse sevgisizliktendir, dünyayı yönetenlerin kötü olmasındandır, bu kadar açık ve net. İyi bir yönetici savaş çıkarmaz, insanları ölüme göndermez, insanları yoksullaştıran kararlar almaz. Dünyanın rayına oturmasının yolu sevgiden geçiyor. İnsanlara sevgiyi öğreteceğiz, dünya topraklarına sevgiyi ekeceğiz, başka yolu yok. Ya insan yok olacak ya kötüler. Benim çabam bu, hepimizin çabası bu olmalı, yaşamak için başka şansımız yok, henüz başka dünyada yok.
S. Zengin: Yazarak, konuşarak dünyanın değişeceğine, kötü yöneticileri yeneceğinize inanıyor musunuz?
M. Çoban: Bir çiftçiyi düşünün, toprağına tohumu ekmezse ton ton buğday alabilir mi? Ektiği için ürün alıyor. Sevgide böyle. İnatla, çabayla, yılmadan, korkmadan, bir adım gerilemeden, U dönüşleri yapmadan, ‘yetmez ama evetçi’ olmadan ekeceğiz sevgiyi. Ya kötülere katılıp birbirimizi yiyeceğiz ya iyi olup güzellikleri üreteceğiz. Bu elbette bireysel mücadeleyle olmaz, ortaklaşarak olur, bunu da biz başaracağız, ötesi yok, hiç yok!
Bu nedenle yazmayı sıradan ve etkisiz eylem olarak görmeyelim. Biz Köy Enstitüleri ruhunu taşıyan öğretmenlerin emeğiyle güzelleştik, iyiden yana olduk; biz Orhan Kemal’ lerin, Kemal Tahir’ lerin, Yaşar Kemal’lerin, Muzaffer Üzgü’lerin, Aziz Nesin’ lerin, Sebahattin Ali’ lerin sayesinde itirazcı olduk, biz Mahir’ lerin, Özenç’ lerin, Soner İlhan’ ların, Behçet Dinlerer’ lerin sayesinde güzel bir dünyanın inşa edilebileceğine inandık.
Yazmak az şey değil, çok şey. Yoksa Uğur Mumcu’ yu, Bahriye Üçok’ u, Turhan Dursun’ u, Doğan Öz’ ü, Ahmet Taner Kışlalı’ yı, vururlar mıydı, Madımak’ ta otuz üç insanımızı yakarlar mıydı?
S. Zengin: Güzellik, iyilik üretenler neden tehlikeli bulunuyor, katli vacip görülüyor?
M. Çoban: Güzellik üretenler kötülük üretenleri nasıl tehlikeli buluyorsa, kötülerde iyileri o derece tehlikeli buluyor. İyilerin varlığı adaletsiz düzenlerini bozacak, biliyorlar bunu. Bu yüzden iyiler zehirlidir, yakılmalı, asılmalı, kurşuna düzülmelidir diyorlar. Ama biz kötülere işkence yapmak istemiyoruz, sevgiyle dönüştüreceğiz onları, farkımız bu. Kötülerin egemen olduğu her dönemde bunlar fazlalaşarak yaşandı. Söylemek istediğim şu, iyiler kötülerin anti-demokratik, sömürüye dayalı sistemleri için tehlikedir. Var olan mevcut iktidarın iyileri yok etmeye çalışmasının altında yatan neden tamamen bu.
S. Zengin: Sanki sohbetimiz edebiyattan çıktı politikaya girdi gibi oldu, sizce de öyle değil mi?
M. Çoban: Sanat, edebiyat zaten bir politikadır. Öykü, roman, şiir bir politikadır, resim, sinema, karikatür yine öyle, bunları politika dışında tutamayız. Tutmaya çalışanlar yok mu, var. Onların ürünlerine bakın, ne tadı ne tuzu vardır, yavandır, renksizdir, heyecansızdır, insanı kendi ekseni etrafında döndürendir, ama politik eserler tıpkı kayık gibidir, insanı içine bindirir karşı kıyıya götürür. Politika politikacıların işi değildir, her insanın işidir, sanatçılarında işidir. Zaten politikacılar da bize bunu dedirtiyor, siz işinize bakın, öğrenciyseniz, okulunuza gidin gelin, işçiyseniz işinizle, köylüyseniz toprağınızla ilgilenin, politikayı da politikacılar yapsın. Sonra bir bakıyorsun babadan oğula geçiyor iktidarlar. İyilerde şöyle der, her insan politikanın direkt içinde olmalı, çünkü insan yaşamını ve kaderini belirleyenler politikacılardır. Zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan, insanları savaşa gönderen, ülkeler arası savaş çıkartanlar politikacılardır. O halde politikacılar sınıfı oluşmamalı, kurumlaşmamalılar, insanlar hakkında çıkarlarına göre karar alacaklarını sanmamalılar, insanlarda buna izin vermemeli. Dolayısıyla politika beni ilgilendirmiyor diyenlerin mızmızlanma, şikâyet etme hakları yok, kaderlerine razı gelecekler Bir edebiyatçı zengin bir insanı kahramanı olarak kitabına aldıysa onun nasıl Karun kadar zenginleştiğini anlatmalı. Hani bir söz var: “Çok konuşmada yalan, çok parada haram vardır.” Bir edebiyatçı çok konuşmanın bilgiden gelmediğini, çok paranın çok çalışmaktan gelmediğini anlatacak, bunu yazacak.
S. Zengin: Siz kendinizi hangi edebiyat akımı içinde ifade ediyorsunuz? Toplumsal gerçekçi olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
M. Çoban: ‘İnsani edebiyat’ akımı içinde kendimi görüyorum. İnsani demokrasiden yanayım, insani adaletten yanayım, insani sistemden yanayım. Yaptığın iş ne olursa olsun odağına insanı koyacaksın. Dolayısıyla doğayı da koymuş olursun, çünkü iyi insan doğadan yanadır, onun parçasıdır. Diyelim ki bilim insanısın, fizikçisin, insanı özne yaparsan atom bombası yapmazsın. Gıda mühendisiysen eğer, ürünlerin genetiğiyle oynamazsın. Öğretmensen gözümü kapar vazifemi yaparım diyerek, iki kere ikinin dört olduğunu öğretir aylığımı alırım demezsin. Ben yazdığım her romanımda, her deneme yazılarımda öznem insandır. Ben başka edebiyat akımı tanımıyorum. Ya insanı edebiyat akımı içindesin ya da anti- insani akım içindesindir.
Toplumsal gerçekçilik dönemi bitti mi bitmedi mi tartışmasına girerek sığ bir tartışma yaratmak istemiyorum. Başta da dediğim gibi ben insani edebiyat yapıyorum, insanı öznesine alan bir edebiyat. Kapitalizm geldiği noktada öyle bir azgınlaştı ki, öyle futursuzlaştı ki halkları değil, toplumları değil, insanı yok ediyor, bitiriyor, duygusundan, sevgisinden koparıyor, robot insan yapıyor. İnsani edebiyat/ sanat insanı yeniden üretecek edebiyat ve sanat olarak görüyorum. Bir yazarın, bir sinemacının, bir aydının, bir politikacının derdi ve öznesi insan olmalı, yeni insan kuşağı yaratmak olmalı. Öyle akımları çoğalmak insanı yok etme sürecini hızlandırır, bu iyi biline.
S. Zengin: Konuşurken şunu fark ettim çok keskin çizgileriniz var ama bakıyorum konuşurken de yumuşaksınız, bu nasıl oluyor?
M. Çoban: Bu ilkedir. Benim bir ilkem, insanı merkeze aldığım bir ilke. Bu noktada duruşum nettir. İnsanı yok etmeye, yoksullaştırmaya, köleleştirmeye götüren her şeye şiddetle karşıyım, bundan taviz vermem. Yeteneklerim ölçüsünde yaptığım edebiyatta da durum böyledir. Ama dilim yumuşaktır, pul yalayıcısı değildir ama. Dikenli incir gibi dili de sevmem. Doğruları gülerek te anlatabilir insan. Bu konuda Aziz Nesin’ e, Muzaffer Üzgü’ ye hayranım, insanı güldüre güldüre yeniliyorlar.
S. Zengin: Enflasyon yüzde 59’ lara geldiği söyleniyor, resmi rakamlara güvenilmiyor. Her şeye zam var, bu zamlardan payını kâğıt da alıyor, kitaplarda alacak. Bu okumayı, kitap satışlarını nasıl etkiler?
M. Çoban: Korkunç bir etkisi olacak. Kitap deyince okul kitaplarını da buna katmak gerek. Milyonlarca çocuk, genç okula gidiyor, bunlar kitapsız deftersiz gidemeyeceğine göre yansıması felaket olacak. Ama halkımız sabırlıdır. Sabır ve kaderi iyi öğrendiler. Umut fakirin ekmeğidir. Aç tavuk rüyasında darı görürmüş, rüya ile yaşamaya devam edeceğiz. Bu yüzden çokça diyorum ya umut tevekkül insanların sarıldığı simittir. Umutla sabır iki yakın kardeştir. Askerler ve gerillalar umut etmezler, umut ederek savaşa girmezler, plan yaparlar, taktik uygularlar, işi şansa bırakmazlar, ‘umarım’ a güvenerek cenk meydanına çıkmazlar.
Kitaplar içinde durum böyle. Kitaplar pahalanacak. Yoksullaşan insanlar okuma derdine değil, doğal olarak mide derdine düşecek. Düşük olan okuma oranı daha bir düşecek.
S. Zengin: Bunda görsel yayınların ve sosyal medyanın etkisi yok mudur?
M. Çoban: Elbette var. İnsanlar kolay yoldan bilgiye yöneliyor, diziler yoluyla beyinlerini dolduruyorlar. Sosyal medyada çok zaman alıcı ve çok renkli, insana heyecan veriyor. Zaten iktidar da okuyan insan istemiyor, okuyanlardan korkuyor, okuyanlar çoğalırsa, kendilerini sorgulayanlarda çok olacak, koltukları sarsılacak, bunu istemezler. Kâğıda gelen zamlar en çok iktidarı sevindirecek. Okumayan insanı yönetmek kolaydır.
S. Zengin: Günümüz edebiyatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. Çoban: Çırpınma dönemini yaşıyoruz. Çirkinlikler edebiyata/ sanata kadar girdi. Yayınevleri bile tekelci sermayenin elinde. Bize de güçsüz üç beş yayınevi kaldı. Onlara ulaşmak, kitap çıkartmak mesele, bunu fırsat bilip parayla kitap yayımlayan yayınevleri mantar gibi türedi. Korkunç rakamlar istiyorlar. Bin, iki bin kitap basacağız diyorlar, 250- 500 kitap basıyorlar. Yazar kitap mı yazacak, yazdığını mı yayımlatacak yoksa kitabını yayınlatmak için paramı bulacak. Bu yayın evlerin görevi o kitabı basmakla yükümlü gibi görüyor kendini; sonrası yok. Kitap satılmış mı, kitap okuyucuya ulaşmış mı dertleri değil, nasıl olsa fazlasıyla, emeklerinin bedelini de katarak paralarını almışlar. Bu böyle olmaz, bu hiç insani değil. Zaten sistem insanları okumaktan uzaklaştırıyor, sizin bu yaptığınız da sisteme kan vermektir, destek olmaktır, okuyucuların bitmesine katkı sunmaktır.
Eğer insanların durumu bu noktadaysa bunda paracı yayın evlerinin katkısı var. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen, engellemelere rağmen yazacağız, insanın insanlaşması için yazacağız, ne yapıp edip yayımlatacağız. Karl Marks Kapital’ i yazmak için yirmi yılını veriyor, yayın evine veriyor dosyayı, 1000 adet basılıyor, Marks’ ın eline geçen para bir yıllık tütün parasını karşılamıyor. Nasıl ki Marks yazmaya inatla devam ettiyse biz de edeceğiz, çünkü insanın insanlaşması gibi, kapitalist sisteme itiraz etme, onu değiştirme gibi bir derdimiz, insani sorumluluğumuz var.
S. Zengin: Şair Hasan H. Gündüzalp’ i bize anlatır mısın? Yokluğu siz de nasıl bir etki yaptı? Yakın dost olduğunuzu biliyoruz.
M. Çoban: Gündüzalp’le beni buluşturan şey az önce dediğim gibi insani edebiyat. Bakın şiirlerine öznesi insandır. Adana da popülizme kaçmadan insani sanat adına güzel işler yaptığımıza inanıyorum. İnsancıl Dergisi temsilciliği, Lül Edebiyat/ sanat dergisi, Tersakan Sanat/ edebiyat dergisi… Hepsinde Gündüzalp var. Yok sayılamayacak bir değer. İnanıyorum ki insanlık onu unutulanların safına koymayacak. Yokluğunu doldurmak zor! Müthiş bir zekâya sahipti. Yazdıklarımı yayımlatmadan onunla paylaşmaktan keyif alırdım. Tabii ki diğer değerleri de dile getirmek gerekiyor. Turan Altuntaş iyi bir öykücümüz, Adnan Yücel muhteşem bir şairimizdir. Hepsinin ortak derdi insandı, bizi buluşturan da buydu. Onlar biriktirdikleri insani anılarla yaşamaya devam edecekler, biz de onlarla.
Söyleşi: Seçkin Zengin
- Bu yazı ‘Şiir Sarnıcı’ dergisinden alınmıştır