KUTSAL EMEK VE PEDRO

Kül rengi giysiler içindeki Meksika’lı işçi, koşar adımlarla genç kazazedenin yanı başında diz çöktü. Islak ve kanlı başını okşadı, yüzünü silip temizledi. Yüzünün yarısı kanla karışık toz içindeydi.
Uzun bir rüyadaymış gibi irkilerek uyanan işçi, acı bir çığlık attı. Henüz ne olduğunu algılayamamıştı. Arkadaşı İspanyol’ca konuşuyordu. Kapının önündeki plastik yemek kutusunun üstündeki cep telefonundan İspanyol’ca müzik sesi yayılıyordu.
Kuşkusuz İngilizce biliyorlardı. Duygular ve düşünceler, en iyi konuşulan dilde kendini ifade edebiliyordu.
İlk tümceyi kurduğun, ilk soruyu sorduğun dil, bedenin önemli bir parçasıydı. Öbür türlüsü bedenin bütünlüğüne müdahaleydi. Bu müdahale hiçbir nedenin arkasına saklanıp aklanamazdı.
Genç kazazedenin kanlı başı, sondan bir önceki basamağın üzerindeydi. İstem dışı bir devinimle kalkmaya çalıştı, elini arkadaşına doğru uzattı; ama kıpırdayamadı.
Burası varsılların yaşayacağı yeni kurulan, korunaklı, denetimli, gözetlemeli, Amerika’nın herhangi bir eyelatindeki herhengi bir kentin tipik bir mahallesi. Herkesin yaşamak için rüyalarını süsleyen ülkeden küçük bir kesit.
Ana kapıya doğru yükselen onyedi basamağı bir bakışta sayabildim.
Ev kocaman bir bahçeye, arazi demek daha doğru olur, açılıyor. Meşe ağaçlarının göğe dal verip yükseldiği arka bahçede büyük bir havuz var.
Satılmıştır, levhası göze çarpacak bir yerde duruyor. Son rötuşları yapılıyor. Bitince alıcısı gelip oturacak.
Mermer merdivenleri cilalarken dengesini kaybedip düşmüş.
Hayatları gibi işçilikleri de ucuz. Artık her ülkede ucuz işçi bulmak çok kolaylaştı.
“Dünyanın her yerinde iş kazaları sık sık oluyor. Bütün önlemleri almamıza ragmen.” Bütün varsıllar ve işverenler aynı kalıplaşmış tümcelerle soruları yanıtlıyor.
Ölen, sakat kalan, artık çalışamayacak durumda olan, yoksullara verdikleri tazminat ise yıllarca süren davalar sonucu, ancak mahkeme kararıyla alınabiliyor.
Sistem hep aynı şekilde işliyor. Çarklar hep aynı şekilde dönüyor.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri; işçiler için, yoksullar için, gelişmiyor.
Basamakları cilalarken ne düşünüyordu bu genç işçi?
Hangi düşü kovalıyordu?
Merdivendeki o göz kamaştırıcı pürüzsüzlüğü yaratırken, hangi hayalini diğerine köprü yapıyordu?
Basamakları, ivecenlikle atlayarak girip çıktığı evin içinde dolaşırken, annesini mi, yoksa yavuklusunu mu, düşünüyordu?
Ya da her köşesine damla damla bıraktığı alın terinin izlerini mi arıyordu?
Varsıllara, alın terini, kokusunu, ideallerini, hayallerini, gençliğini, emeğini, farkına varmadan teslim ediyordu.
Yaşamak için değil, ölmemek için bütün hayatını varsılların pazarında düşünmeden satıyordu. Aldığı ücret, yarı aç yaşamasına ancak yetebiliyordu.
Ambulansta giderken emeğin kutsal olup olmadığını düşünecek durumda değildi.
Emek gerçekten kutsal mıydı?
Ya da şöyle sorayım, kimin için kutsaldı?
Varsıllar için mi, yoksa yoksullar için mi?
Varsılların işine yaramasaydı, emek gerçekten kutsal olabilir miydi? Kutsallık zırhına büründürülebilir miydi?
Bir şey kutsallık tanımı içinde yer alıyorsa, mutlaka varsılların işine yaradığı içindir.
Çalışma kutsanıp, zaman törpüledikçe, düşünme azalıyordu.
Çalışmaktan düşünmeye vakti olmayanlar, en harika kölelerdi.
Bunlar, efendilerinin buyruklarından bir milim dahi dışarı çıkmayanlardı.
Buyruklarla yaşayanlardı.
İtaatte birinci sınıf kullardı.
Nazi Toplama Kampları’ndaki:
“Arbeit macht frei. Çalışmak özgür kılar.”
Sözü, korku, şiddet ve vahşetle bedenlerini ve düşlerini yok ederek, ölesiye çalıştırdıkları Yahudi’leri özgür kılmadı. Gaz odalarında nefeslerini kesti. Bu söylemin yazılı olduğu kamplara sağ girenler, ölü olarak çıktılar.
Bir de adalet sorunu var, tabii ki.
Varsıllar, adaletin amansız savunucularıdır. Adalet vaat ederler. Adalet istekleri, yoksulları daha iyi ezmek, sömürmek, açlık sınırındaki gelirlerinden, devlet yardımıyla daha çok vergi toplamak ve kendilerine bağımlı kılmak içindir.
Varsılların adaleti, yoksulların hapishanesidir.
Her geçen gün sayıları biraz daha artan yoksullar, açgözlü varsılların modern ve gizli köleleri olmaya devam ediyorlar.
Bu çark kırılmadığı sürece;
Dünya, yoksulların mülk edindikleri çaresizliği köpürterek dönmeye devam edecektir.
Genç Meksika’lı beyin kanamasından öldü.
Başını okşayan arkadaşı: “Pedro, Dünya’dan daha kötü bir yer olmayacağına göre, gittiğin yer, mutlaka iyidir.”
Başı dizlerinde, elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Dünyanın sesini duymak istemiyordu.
Yaşlı olan: “Bu topraklar bize düşman, artık gitme zamanı.”
Yankısı dinmeyen bir gün daha bitti.
Merdivendeki kan kurumamıştı.
Basamak, içten içe kanıyordu.