Platonik bir aşktı benimkisi

Platonik aşktı benimkisi, sıradan bir aşk değildi, yabana atılacak bir aşk hiç değildi. Yakınlaşmak istedikçe uzaklaşan, konuşmak istedikçe kaçan, yazmak istedikçe mesafe koyan, tanımak istedikçe ketum olan bir aşk…
Ulaşılmayan aşk, ulaşılmak istenen aşk mı oluyor?
Benim ki bir saplantı değil, inat değil, kompleks değil, gurur hiç değil, bunları zihnime sokmayacak kadar kendimi tanıyan biriyim. Kavuşunca meşk kavuşmayınca aşk diyen biri de değilim.
Bir şans istedim, bir şans istiyorum hâlâ, bana dair, ona dair, bize dair, yaşanacak güzelliklere dair, hatta ölüme dair.
Vermedi, vermiyor!
Duymadı, duymuyor!
Fark etmedi, fark etmiyor!
Şans mı, şansızlık mı?
Şansımız şansızlık mı olacak, yoksa şansızlığımız şansımız mı olacak?
Bu yaşanmadan bilinebilir mi ki?
İstedim ki tanısın, istedim ki tanıyayım, daha çok tanıyayım, su gibi ezberleyeyim istedim onu, saçını taramasını, dudağına ruj sürmesini, dişini fırçalamasını… Ben istedikçe o istemedi, o istemedikçe ben istedim. O yakınlığı uzaklaştırdıkça ben uzaklığı yakınlaştırmak istedim.
Ben hep istedim, o hep istemiyor sanki!
Tanımakla başlıyordu hayatın kolaylığı; oysa insan tanımamakla başladığını sanıyordu tüm kolaylıkların. Tanıyıp da ne yapacaktı? Bol bol soru üretecek, sorularına yanıtlar arayacaktı. Her soru kafasını ağrıtacak, her yanıt yeni sorular türetecekti. Ağrımayan başı ağrıyacak, meşgul olmayan zihni hep meşgul olacaktı. Belki de mutsuz olacaktı mutsuzlukları görünce, ağrıyacaktı başı ağrıyan başları görünce. Nesine gerekti tanımak insanı, bilinirlikler içinde bilinmezi yaşamak varken!
Bense tanımak istedim. Güzelliklerin bir tek tanımakta yattığına inandım. Bilinsin istedim bilinmezlikler.
Onu da bilmek istedim, ona dair bildiklerim yetmezdi. Tanıdıkça tanıma isteği oluşuyordu ben de. Bunun önünü alamıyordum, almak isteyen de yoktu zaten.
Bir ben değil, o da beni tanısın istedim.
Kapıları kapatarak tanımaz ki insan insanı.
Tanımak sadece çirkinliklerle buluşmak değildir, güzelliklere kapıları açmaktır da. Her şey bir tanışmayla başlar, bir tanışmayla biter.
Bizim ki ne başladı, ne bitti!
Tanışamadık ki başlasın, tanışamadık ki bitsin!
Tanımak değil kaçmak istiyoruz hep, sanki tanıyınca felaketimiz, kaçınca kazancımız olacakmış gibi.
Kaçıyoruz ondan, bundan, şundan ve kendimizden.
Bu yüzyılda en çok gördüğüm de bu, kaçmak! Kaçarak yaşamak, kaçarak kazanmak, kaçarak mutlu olmak, kaçarak, hep kaçarak…
Kaçarak kazanılır mı?
Hadi kaçtık, kaçtığımız yer neresi olacak?
Güvenli bir yer var mı şu dünyada?
Kaçmak… Benden, herkesten ve kendinden kaçmak, kaçmak mıdır?
Şimdi herkes birbirinden kaçmak istiyor, birbirimizi öteleyip, ötekileştirerek.
Ötelemek çoğalmak mıdır?
Bizden olmayan öte olsun! Dilde bu var, paylaşımlarda hep bu var:
Benden, bizden değilsen uzak ol!
Kötüler uzak olsun, yanlışlar uzak olsun, çıkarcılar, fesatlar, benciller, zorbalar, virüsler, kadir kıymet bilmezler uzak olsun; faşistler, radikal İslamcılar, komünistler, devrimciler, Sünniler, aleviler uzak olsun bizden, Allaha yakın olsun…
Geriye kim kaldı?
Ben benle, o onla!
Ben, bir benle mi bu hayatı tüketeceğim?
Kaçarak değil yakınlaşarak, öteleyerek değil buyur gel diyerek hayatın güzelleşeceğine inandım, inanıyorum.
O gün bugün hep kötülere yakınlaştım. Kötülere iyiliği yakınlaşarak tanıtacağıma, yakınlaşarak doğruya çekeceğime inandım. Belki zor, belki zorun zoru, ama dorusu da bu! Yanlışı, kötüyü uzaktan verilen mücadelelerle değiştiremezsin, komutlarla hiç değiştiremezsin.
Ötelemek ötelenmektir!
İyi kötüyü ötelerse, kötü de iyiyi öteleyecektir, aradaki mesafeler aşılmaz olacaktır. Zira Özel Mülkiyete dayalı sistemin bizden istediği de bu, iyiyi yalnızlaştırmak değil, iyiyi daha çok yalnızlaştırmak, bir başına bırakmak, azalta azalta tüketmek.
Bizden istenileni ne de güzel yapıyoruz.
İşte tam da bu yüzden kötüler çoğalıyor iyiler azalıyor.
Kötü, kötünün içindeyken tanınır, uzaktan ancak gazel okunur.
Hani dedim ya güvenli bir yer var mı?
En güvenli yer insan, kötü de olsa insan.
İyi ve doğru asla yenilen olmaz.
Bilelim ki iyi kötüyü milim milim yenerek bu günlere geldi.
İyi iyiyse, kötü kötüyse yenilen elbette kötü olacaktır.
İşte bunun için tanımak gerek, bunun için tanımalı beni, sonrasında sevmeli veya refüze etmeli.
Madem beni tanımak istemiyor, kapıları kapatıyor bir bir yüzüme, o zaman ben de bir bir kapıları açıp tanıtacağım kendimi.
Belki ekmeli bahçelere!
Belki diyorum, belki!
Belki de yarın vardır belki!
Belki de o vardır belki!
Kim bilir, belki!