Platonik aşkın kokusu

Kokulardır öncelikle insanı insana çeken, bunu biliriz ve deriz ki koku önemlidir, çok önemli. Mıknatıs gibidir kokular, çeker.
Ya da iter.
Bir de ortak kokuları vardır insanın, portakal çiçeğinin kokusu gibi. O koku herkesi çeker, herkes o kokuyu çeker. Sen benim kokum değilsin demezler, bilirler, tanırlar nerede olsa o kokuyu.
O bilir mi bu kokuyu, koklamış mıdır, ta bilmem nereden almış mıdır portakal çiçeğinin kokusunu?
Şimdi azaldı portakal çiçekleri, ekilmiyor portakal ağaçları, var olanlarda kesiliyor kökünden. O da tükenenler arasına karışacak, korkum bu! Ama yine de Çukurovalı bilir o kokuyu, tanır nerede olsa.
Aşk gibi kokar.
Aşkın kokusudur zaten!
Kadın gibi, erkek gibi, dost gibi, yoldaş gibi, anne gibi, baba gibi, yar gibi kokar. Aldı mı o kokuyu nerede olsa bahara düşmüş gibi hisseder kendini, çiçek açar her yanı.
Alelade bir koku değildir, hoyratça koklanamaz. Bu kokuda havanın, suyun, toprağın, güneşin, hasretin; karpuzun, mısırın, soyanın, pamuğun; bir de tozlu, çamurlu yollara dizilmiş çadırlarda yaşayan, çoluklu, çocuklu ırgatların ter, yazıda yabanda süren sevdaların kokusu vardır.
Biliyor musunuz, o düşünce aklıma portakal çiçeklerin kokusu sarıyor etrafımı, ben duramam buralarda, onu da alır Çukurova’da olurum, ya da o kavruk Çukurova biz de olur.
Haber vermezdim, gelir misin diye de sormazdım, küfeme portakalları koyar gibi onu koyar, alıp başımı giderim. Bilirdim, herkes gibi bilirdim sorsam gelmezdi. O hem vardı hem yoktu. Hem yok olan birine nasıl sorulurdu ki gelir misin diye?
Hem öğrenmiş olurdum sevip sevmediğini portakal çiçeklerinin kokusunu. Severse beni de sever diye düşündüm, için için umuda kesilirdim.
Umut sen ne güzel şeysin böyle?
Tanısaydı portakal çiçeklerinin kokusunu çoktan gelirdi bana, dönerdi yüzünü, ama öncesinde kapısını sonuna kadar aralar portakal çiçekleriyle gelmemi beklerdi eşikte.
Acep o hiç âşık olmuş mudur?
Salmış mıdır kendini portakal çiçeklerinin kokusu gibi alanlara?
Olmuştur, kesin olmuştur, salmıştır kendini yürekten yüreğe söğüt dalı gibi. Bu yaşa gelmiş olmamışsa ayıp olmuştur aşka. Ama düşmüşse de yanılsamalı aşka düşmüştür yüreği, yaşadığı her ilişkiyi aşktan saymıştır. Ona birileri söylemeli, aşk portakal çiçeği gibi kokanlarla yaşanır.
Belki de biliyordur, çekmiştir o kokuyu içine her fani gibi, bilmediği benim bağrımın portakal çiçeği gibi koktuğudur. Bilse, bir bilse sonuna kadar araladığı kapıyı sonuna kadar kapar bir daha dışarı salmazdı bir başıma beni.
Acep o nasıl kokuyor?
Var mı bir bilen?
Bilmesin anasından başkası, istemem!
İşte yine tuttu benim bencil ve kıskanç yanım. Yoksa bunu düşünmek bile kıskandırdı mı beni? Ben kıskancımda haberim mi yoktu? Platonik aşk mı çıkardı örtülü kıskanç yanımı? Şimdi sevmeyenlerim açığımı yakalamış gibi yerden yere vurma hazırlığına girmişlerdir bile.
Bilmek isterdim kokusunu tekrarı olmayan bu düş dünyasında.
Yoksa ben kokmuyor muyum, hiçbir koku salgılamıyor muyum? Koku salgılamadan salgıladığımı mı düşündüm, hissettim? Evet! Evet! Portakal çiçeği gibi koksaydım çekerdim onu kendime, ben çekmezsem o çekerdi beni kendine. Her halükarda çekerdik birbirimizi, benimde payıma platonik aşk düşmezdi, o da bir başına kalmazdı.
Umut fakirin ekmeğiymiş, böyle söylüyorlar koca koca büyükler. İyi ki umut âşıkların portakal çiçeğidir dememişler, hiç kalmazdı dünden bu güne portakal çiçekleri.
Yoksa umut askerlerin yenilgisi olduğu gibi âşıklarında mı yenilgisi?
Şimdi nereye koymalı umudu, koyduğumuz yerden nereye taşımalı?
Benim yenilgim umut da mı yatıyor, tükenmekte olan portakal çiçeklerinde mi?
O halde daha çok dikilmeli portakal ağaçları, kesilmeden dikilmeli yenileri. Sadece tarlalara değil, bahçelere, hevkerelere, sokaklara, caddelere, meydanlara.
Bir portakal çiçekleri yaşatır aşkları.
Aşklar portakal çiçeği kokularıyla şenlenir.
Ki belki o zaman o beni, ben onu çekerim.
Ki belki zaman için de insanlık seyran olur.
Ki belki o zaman bizim aşk hem meşk hem aşk olur.
İçim sızlıyor!
Ne demişti Prometaus, “Zeus tahtından inmedikçe yaşadığım işkenceler bitmeyecek.”