BİZ GÖRÜYORUZ

Yukarıdan dökülen güneşin ışıklarını bile reddeden bir yapısı var. Hep soğuk, hep uzak, hep korkunç. Dört bir yanı mihnetle çevrili. Bir zamanlar mücadele edenlerin duvarlarda açtıkları çatlaklardan ışığın sızdığı, kapalı bir hapishane. Dimdik binalarla, daracık hücrelerle paramparça edilmiş bir yarımada.
Gökyüzünden başka çıkışı olmayan ve korkuyla terbiye edilen bu yarımadayı hükmü altına alan bu öldürücü tutsaklık, daha ne kadar sürecek?..
Kaçıp, umuda doğru gitmemiz, kurtulmamız gerekiyor.
Burada salgın hastalık var.
Burada yoksulluk var.
Burada açlık var.
Burada tecavüz var.
Burada bitip tükenmeyen savaş var.
Burada karanlık var.
Burada karanlığın yarattığı korku var.
Burada işkence ve yalan var.
Burada kanıksanan çaresizlik var.
Bu hapishaneden kurtulursak bir ormanda yaşayacağımızı düşündük.
Ormanlar ve dağlar, kaçıp sığınacağımız yerler. Her günü kötülükle biten bu karanlıktan kaçıp kurtulabilmek için hiçlik içinde, sessizlik içinde olan uzamı bulmamız gerekiyor. Ağaçların ve dağların eteğinde yer bulamazsak çöllere gideceğiz. Biliyoruz ki, çölün kalbi, ormanla dağla aynı ıssızlığı taşır.
Kurduğumuz hayalleri, şimdi, şu an yaşamak istiyoruz. Bu merhametsiz hapishanenin çöküşüne, daha merhametsiz bir hapishanenin kuruluşuna çaresizlik içinde tanıklık etmek istemiyoruz.
Geçmişin acıları, geleceğin karanlığını açık seçik gözümüzün önüne seriyor.
Gündüzler öfkeyle, geceler korkuyla dolu.
Birbirimize yaptıklarımızı hissetmeden, düşünmeden kanıksadık.
Bundan utanç duyuyoruz.
Hayvanlara yapılan yürek parçalayıcı ve acı dolu inlemeleri artık duymak istemiyoruz.
Toprağın yüreğinden gelen iniltiler utandırıyor.
Utancımıza yeni utançlar eklemek istemiyoruz.
Mimarlar tarafından değerlendirmeye dahi gerek görülmeyen sarayları ve dinin pazarlandığı binaları görmek istemiyoruz.
Yenilerinin yapılması için haraca bağlanmak istemiyoruz.
Hoparlörlerden kontrolsüz akan o sağır edici sesleri gece-gündüz duymak istemiyoruz.
O binaların ve sarayların duvarlarının, odalarının, koridorlarının içinde şüpheler, suçlar, hastalıklar, kötülükler ve zulüm var.
Duvarlardan her gün oluk oluk fışkıran kötülüğün bizi teslim almasını istemiyoruz.
Korkaklar ve itibarsızlar saraylara sığınır, saraylarda yaşarlar.
Korunaksız yaşamlarda tehlikeye atılmanın itibarı vardır. Saraylarda itibar aramayın, onlar itibar yoksunudur.
Doğduğumuz toprakların, yaşadığımız evlerin yağmalanmasını, yıkılıp yakılmasını görmek istemiyoruz
Gırtlağımıza kadar battığımız borcun içinde ölmek istemiyoruz.
Vahşet, dolu gibi üstümüze yağarken, hala inlerinde bekleyenlerden olmak istemiyoruz.
Kılıf geçirilmiş düşüncelerle ve duygularla yaşamak istemiyoruz.
Tutsaklığın şemsiyesi altında oturmak istemiyoruz.
Başkalarının bakışıyla görünür olmak istemiyoruz.
Yalanlarla yaşayanların ürkütücü varlığına katılmak istemiyoruz.
Şiddeti alkışlayarak, gücün dizinin dibinde secde edenlerden olmak istemiyoruz.
Celladın diliyle konuşanlardan olmak istemiyoruz.
Suç ve cezanın yaratıcılarından olmak istemiyoruz.
Baskıcı, otoriter, yıkıcı, zorba davranışları içselleştirip, bunu kendi yaşamlarında yeniden üretenlerden olmak istemiyoruz.
Kendisini tanımlayabilmek için ötekini tanımlayanlardan olmak istemiyoruz.
Yaban hayvanları için yapılan dikenli alanları, koruma alanı diye belleyenlerden olmak istemiyoruz.
Hayvanların gözlerinin açık olduğunu bilmeyenlerden olmak istemiyoruz.
Burada kalarak bir alçağa, bir muhbire, bir suç ortağına dönüşmek istemiyoruz.
Güneşi gören toprakların hikayesini yazmak istiyoruz.
O sıcak topraklarda uyumak istiyoruz.
Yeni doğmuş dolunayın altında yürümek istiyoruz.
Üstümüze dökülen gümüşi ışıkla yıkanmak istiyoruz.
Buradaki geleceği gördük ve onu ardımızda bıraktık.
Ölümün kaçınılmazlığını biliyoruz.
Nerede, nasıl ve neden olduğunu da çok yakında bileceğiz.
Bunu bilmek, hafızamızdaki tutsaklığı silecektir.
İçimizde ölüm ve yaşam döngüsünü taşıyan biz, geleceği görüyoruz.
Bu gelecek, yürüyeceğimiz yolu güneşin ışıklarıyla aydınlatıyor.