ÖLÜMLE SATRANÇ

Bedenim, kendi iç dinamiğini gecikmeden devinime geçirmişti. Yarattığı bu dinamikle mücadelesini sürdürdü. Hiçbir koşulda yılgınlığa düşmeyen bir halk hareketi gibi savaştı. Kafa kafaya süren bu sıcak çatışmada, kendine olan inancını hiç ama hiç yitirmedi. Hep eylem halindeydi. Bütün organlarım tek bir güce dönüşmüş, mücadeleye omuz veriyordu. Hepsi bir bütün olarak, bu ölüm kalım savaşında varını yoğunu ortaya koydu.

İsyan etti.

Bağırdı.

Böğürdü.

Karında şiddetli kramp, baş dönmesi ve sersemlik, gözlerde bulanıklık hasıl oldu.

Kanlı kusmukla kanlı ishal aynı anda dışarı çıktı.

Damarlarımda dolaşan kan, sanki yavaş yavaş geri çekiliyordu.

Ellerimin rengi, soluk beyaza dönüştü.

Kollarımdaki karıncalanma ve güçsüzlük iyice arttı.

Bilincimi yitirmem an meselesiydi.

Her organım kendi aklını kullanarak uyarı veriyordu.

Uyarılar birleşip sert bir isyana neden oldu.

Tüm geçmişim, dumanını göğe doğru savurarak uzaklaşan buharlı bir tren gibi yankılanarak önümden geçti.

Ağladım.

Sevdiklerimin hasreti, gözlerimde damlaya dönüştü.

Yapacaklarımı, hayallerimi düşündüm.

Yol gittikçe kısalıyordu. Uçurumdan her an düşebilirdim. Ayaklarımı hissetmiyordum. Dayanacak gücümün kalmadığını algılayan bedenim, gösteriye başladı.

Bildiği, hissettiği, duyduğu çağrıları haykırdı. Evrenin sönmeyen umuduna sığındı.

Toprağın devinimini görmemek için gözlerimi yumdum. Duymuştum ya da okumuştum. Ölüm yaklaşınca toprak hareketlenir, çağrıya dönüşür, diye.

Hep yıldızları düşündüm. Rüzgarın söylediği ninniyi, dağların direncini, suyun gücünü düşündüm.

Üzerimde hüküm kurmaya çalışan, hatta daha da ilerisine cüret eden ölüme teslim olmayacaktım. Bedenimin tüm amacı, hayatta kalmaktı.

Ölümle satranç oynuyordu.

Ölüm, oyunu severdi. Bedenim, doğru hamleleri yaparak ölümü alt etmeye çabalıyordu. Canı pahasına, şansının döneceğine umudunu yitirmeden oyuna devam ediyordu. Oyun, birkaç oturum sürse de her oturumda ölüme biraz daha yaklaştığını hissediyordu. Nihai ve vurucu zafer her zaman ölümün olsa da şimdilik oyunu kazanmıştı.

Ondan kaçışın olanaksız olduğunu biliyordu. Ölümü oyuna davet etmişti. İlk başlarda ölüm oyunu reddetse de sonradan sessizce kabul etmişti.

Direnerek itibarlı gidenlere bir bakıma saygı duyuyordu. Direnç gösterenlere ve inatçılara ayrıcalık tanıyıp süre veriyordu.

Zamandan bir parça koparıp, hayata teslim edenlere bir anlığına göz yumuyordu.

Bedenim, bu zorlu mücadeleden bütün organlarımın ısrarcı ve kolektif işbirliğiyle ve kurduğu oyunla baş edebilmişti.

Bu çetin mücadele, oyunun ve savaşın üstüne çıkmış, kökten bir değişiklikle bedensel gösteriye dönüşmüştü.

Arenaya çıkan boğa için güreşmek nasıl doğal bir şey ise, beden için de ölüme karşı savaş o kadar doğaldı. Dövüş, boğanın hayatta kalma hissini kuvvetlendirir ve gücünü artırır. Bedenin kazandığı oyun ise, insanı ölüme meydan okuyacak kadar cesur hissettirir. Yaşamanın coşkusunu anımsatır.

Ölümün bir süreliğine ortadan kaybolduğunu düşünsek de o, içimizde sessizce bekler. Hiçbir soruya yanıt vermez.

Tanrı gibi hep sessizliğini korur. Sırlarını kimseye açıklamaz. Gizleri çözmek için Şeytan’a sormak gerek; Tanrı’yı ve ölümü en iyi o bilir.

Ölümü deneyimleyen beden, varlığını değiştirmeye çalışan bu dönüşümden kendini yeniden var ederek ve yontarak çıkmıştı.

Ölüm ve hayatın tekliği, dinamiği ve sarsılmaz birliktelikleri, esrarengiz bir aşk ilişkisi içinde yürümeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.