Dokuz ışıktı O

Kâtipler yazar mı platonik aşkımı bilmem, arzuhalciler yazar mı onu da bilemem, kim ve kimler yazar akıl sayfasına, destancılar destanlaştırır mı bunu da bilmem ama ben yazarım onu her yere, dağa taşa, ak kâğıtlara.
Bu yazılacak bir sevdaydı, bu kazınacak, çizilecek, bestelenecek bir aşktı. Tanıkları sıradan bir aşk olarak baksalar da, hiçte sıradan bakmayacak tarihçiler.
Anın gerisine baktıklarında güçlü bir ışık görecekler ve o ışığın etrafında ışıldak böcekleri gibi tortop olup anlarını, geleceklerini aydınlatacaklar, korkusuz yürüyecekler, pususuz varacaklar varacakları yere ve şöyle diyecekler sağır sultanlara: “Biz bu aşkın ışığıyız, dokuz ışığı.”
Çıra olmak, şem olmak, fener olmak, lamba olmak, güneş olmak, ay olmak, yıldız olmak, aydın olmak…
Aydın olmak, aydınlatan olmak…
Ne zor şeydir!
Ve de ne kolay şeydir!
Zordur! Zor olduğu için de her insan, her okuyan, her diplomalı, her kürsü sahibi, her yazan her koşuşan aydın olamıyor, ben aydınım dese de.
Koca koca aydınlar var ortalık yerde dolaşan, bir o bir bu tv kanallarında gezinen, koca koca laflar eden… Koca koca laflar eden, o koca koca aydınlar aydınlata biliyorlar mı kendi gölgelerin? O koca koca aydınlar aydınlata bilselerdi karanlıkta kalır mıydı gölgeleri?
O koca koca aydınlarda var mı ola o yürek, kızdıklarında terlik atabiliyorlar mı güneşe? Bir Adanalı olup soruya soruyla karşılık verebiliyorlar mı?
Yürek dedik de o yüreğe de koca bir inanç gerek, o inanç var mıdır gururla taşıdıkları o koca bedenlerinde?
Aşağılamak değil benimkisi, yermek hiç değil, benimkisi karanlıkta bir çırpınış, koyu karanlıkta boğulmamanın telaşı. Gölgesine aydınlık olmalı insan, en azından bunu başarmalı aydın insan. Söz de değil eylemde başarmalı bunu.
Herkes konuşuyor kürsüde, koca koca konuşuyor, koca koca tümceler kuruyor. Oysa karanlıkları ekenler kürsüde konuşmakla kalmıyor, sokakta, meydanda da konuşuyor. Yürüyorlar, kırıp döküyorlar, korku salıyorlar, teslim alıyorlar. Karanlık olanlar, karanlık isteyenler, karanlığa alışık olanlar istemezler aydınlığı, bunun için boğarlar en küçük aydınlığı, istemezler karanlıklarına aydınlıkların düşmesini.
O benim aydınlığım, platonik olsa da… Koyu karanlığıma düşen, küçük görünen ama hiç de küçük olmayan ışıldak böceğim o. Belki de bu yüzden o benim aydınlığım. Aydınlıktakiler karanlıktakileri göremezler. Kim bilir belki de beni bu yüzden görmüyor o. Bir görse, evet bir görse yakınlaşacaktır bana. Bir kendi gölgesini değil, beni de aydınlığının içine katacaktır, işte o zaman şans vermekle kalmayacak aydınlığında tanıyacaktır beni, işte o an yakınlaşmakla kalmayacak içselleşecektir benimle.
Belki!
Ki belki!
Belkilere mi bırakmalı insan kendini, yoksa ki belkilere mi?
Belkilere bırakmak, kadere bırakmak mıdır? Ki belkiler bir alın yazısı mıdır?
Belkisiz, ki belkisiz ışık olmalı, bir top ışıldak böceği olmalı insan insanla, dokuz ışık olmalı, ancak böyle belkisiz, ki belkisiz aydınlanır gölgeler, karanlıklar, koyu karanlıklar…
Dokuz ışık, dokuz ay on gün gibidir bir anlamda. Merkezidir gerdanlığın.
İnsanla başlar dokuz ışık, insanla sönecek dokuz ışık.
Şimdi çekinmeden, koca koca kürsü sahibi aydınlar gibi korkmadan, çıkarına göre sadakatlerini değiştiren aydınların aymazlığına düşmeden sıralamalı dokuz ışığı, yazmalı dağa taşa, uçurtmalara, dokumalı halılara…
Merkeze sevgiyi, yani insanı koyalım, sayalım tek tek.
Bir: İyilik
İki: Utanma
Üç: Acıma Dört:
Ağlama Beş: İtiraz
Altı: Gülmek
Yedi: Duyarlılık
Sekiz: Aşk
Dokuz: Gelecek
İnsanı insan yapan da bunlar değil midir, deyin bana?
Dokuz ışıkla çıkılabilir ancak gün yüzüne, dokuz ışıkla örülür aşk.
Madem o beni çıkarmıyor, tutup kolumdan kuyudan çeker gibi aydınlığa çekmiyor, o zaman ne duruyorum, ben çıkmalıyım dokuz ışığa tutunarak gün yüzüne.
O beni görmüyor, ben göstereyim kendimi.
Ne yapıp edip düşmeliyim dokuz ışıklı çöp olup gözüne.
Belki çıkarmaya çalışacaktır, bu da nedir, kamaşıyor gözlerim dokuz ışıkla diyecektir. O dedikçe ben daha bir kalmalıyım gözlerinde, düşürmeye çalıştıkça tutunmalıyım hayat dalı gibi kirpiklerine. Belki dedik yine, belkilere mi sığınmalı yine? Belkisiz de olmuyor doğrusu!
O benim belkim oldu, ben onun bir belkisi bile olamadım.
Platonik aşk bu mu yoksa?
O hal de dokuz ışık olup platonik aşkın tadını çıkarmalı, tadımız kaçmadan.