FIRAT’A GÖMÜLEN SEVDA…

Kerim, yıllardır yurdunu terk edip gurbet ele gelmişti. İnşaatlarda çalışmış, hamallık yapmış yaşamını sürdürmek için her türlü işe girip çıkmıştı.
O kadar çok zaman geçmişti ki geldiği seneyi bile unutmuştu. Gençliğinden eser kalmamış, saçında ve sakalındaki beyazlar siyahtan daha çoktu. Yaşlanmıştı artık, kendini çok yorgun hissediyordu. Elindeki küreği bir kenara bırakıp duvarın dibine çömeldi, bir sigara çıkarıp yaktı, derin bir nefes çekti… Dün gece rüyasında yavuklusunu görmüştü, uzakta durmuş el sallıyordu Kerime. Uzun yıllardır hiç görmemişti böyle bir rüya. Sevdiğini istetmişti ama vermemişlerdi kendisine. Kerim ise kahredip gurbet ele gelmişti.
İçinde büyük bir sıkıntı vardı. Durduğu yerde duramıyor, geceleri gözüne uyku girmiyordu. “Gitmeliyim” dedi kendi kendine, yavuklusu onu çağırıyordu sanki.
Akşam eve gidip elbiselerini değiştirdi, otogara doğru yola çıktı…
Memleketine vardığında gün öğlene geliyordu. Çarşının içinde bir çay ocağına oturdu,çayını içti, birde üstüne bir sigara yaktı. Yan masada üç beş kişi oturmuş konuşuyorlardı.”Zavallı ince hastalığa tutuldu, yazık oldu, sevdiğine vermeyince oda hiç evlenmedi, gün görmeden gitti garibim “diyorlardı. Konuşmalar birbirine karışmış her biri bir şeyler anlatıyordu.
Çarşının diğer ucundaki camiden kalabalık çıkmaya başladı. Bir cenaze taşıyorlardı. Masada oturanlar kalktılar ve içlerinden biri, saçı sakalı birbirine karışmış Kerim’e dönerek “Hacı hadi mezarlığa gidelim “dedi. Kerim kimseyi tanımıyordu, Kerimi de tanıyan yoktu çünkü uzun yıllardır olmuş, terk etmiş, gitmişti buralardan.
Mezarlığa vardılar, cenazeyi mezara koyup üzerini toprakla örtüler… Kerim de birkaç kürek toprak atmıştı cenazenin üzerine. Bir ara “Bu cenaze kimin?” diye sorası geldi ama kimseyi tanımadığı için hiçbir şey soramadı.
Mezarın başında duran hoca ahaliye seslendi, “Ey ahali bakırcı Akif’in kız Dilber’in ruhuna El Fatiha” deyince dünya başına yıkıldı Kerim’in .Olduğu yerde sendeledi, dizlerinin bağı çözüldü, olduğu yere çömeldi…
“Demek seni toprağa vermek için bana el sallıyordun” diye geçirdi içinden. Kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başladı. Kerim de sessiz sedasız kalabalıktan ayrılıp kafasında bin bir türlü duygularla yürüdü, yürüdü, yürüdü…
Aradan birkaç gün geçmişti. İlçede yaşayanlardan biri hayvanlarını Fırat suyunun kenarında otlatmaya götürmüştü. Suyun kenarında büyükçe bir poşet gördü ve uzanıp poşeti açtı. İçinde erkek giysisi vardı. “Bunlar kimin ola ki” dedi kendi kendine. Poşetin içinde pantolon, gömlek ve iç çamaşırlar vardı. Ceplerinde kimlik var mı diye baktı, ceketin sağ iç cebinde bir beyaz kağıt buldu. Kağıtta şöyle yazıyordu,”Dilber; sen benim yaşam pınarımdın…”