ESMA’NIN TORUNU

Seher yeli ile selam gönderdim
Bilmem vefasız yar aldı mı ola
Bütün esnaf çarşıda nalbant Dursun’un dükkanının önüne toplanmıştı. Nalbant Dursun Çukurova’da nam salmış biriydi. Ağaların, beylerin bütün atlarının nallarını nalbant Dursun yapardı. Namı Anavarza köylerinde Toroslar’da duyulmuştu. Dükkan boştu, evi dükkanın üstündeydi, evin perdeleri de yoktu. Gece bütün malını mülkünü toplayıp kimseye görünmeden Çukurova’yı terk etmişti.
Kalabalık kendi arasında mırıldanmaya başladı.
-Neden gitti, nereye gitti acaba?
-kızı Senem hamileydi herhalde
-Utancından gitti belki de….
Her kafadan bir ses çıkıyordu. Nalbant Dursun’un kızı Senem Esma’nın oğlu Celal ile kaçmış, Toroslar’da aylarca dağ köylerini dolaşmış, Karakeçili aşiretinin çadırlarında kalmıştı. Nalbant Dursun’un şikayeti üzerine jandarmalar dağ köylerinin birinde Celal ile Senemi yakalamış getirmişlerdi. Celal hapse gitmiş, Senem de babasına teslim edilmişti.
Bütün esnaf, köylüler barışmalarını istemiş Nalbant Dursun bir türlü ikna olmamıştı. Celal ile Senemin aşkı Toroslar’da bile duyulmuştu. Celal üç ay hapis yatıp çıkıp gelmişti. Senem’in tekrar kaçacağını düşünen Nalbant Dursun işte bu yüzden habersizce Çukurova’yı terk etmişti.
Celal aylarca evden çıkmadı, hastalandı ateşler içinde yanıyordu. Esma hatun oğluna baktıkça içi yanıyordu. Babasız büyütmüştü Celal’i, annesinin her şeyiydi. Zaten başka tutunacak dalı da yoktu. Esma Hatun eşi Kemal’i Çanakkale’de kaybetmişti. Oğlu Celal’a hem analık hem babalık yapmıştı. Pamuk tarlalarında çalışmış, buğday biçmeye gitmiş, sabahtan akşama kadar orakla ekin biçtiği günler olmuştu. İşte Celal’i böyle ırgatlık yaparak büyütmüştü.
Bütün kış boyu Celal evden çıkmadı.
Bahar geldi çattı, Torosların üzerindeki karlar erimeye başlamıştı. Yavaş yavaş kendine gelen Celal atını eyerledi,dalgın dalgın Torosların doruklarına doğru baktı… Öir kartal gökyüzünde daireler çizerek süzülüyordu. Atına atlayıp Anavarza’nın uçsuz bucaksız topraklarından dörtnala sürüp gitti… Anasına bile söylememişti gideceğini.
Gençliğinde ceylan gibi seken Esma hatunun oğlu gittiğinden beri ağlamaktan gözlerinde fer kalmamıştı.Beli bükülmüş artık elinde bastonla geziyordu. Evin kapısından her çıkışında Toros dağlarının doruklarına uzun uzun bakar dururdu.
Yıllar yılları kovaladı bir daha Celal’den bir haber alınamadı. Celal ile Senem’in sevdaları üzerine çok ağıtlar yakıldı, dengbejler söylendi Çukurova’da, Anavarza köylerinde ve Toroslar’da…
Haziran ayı öyle bir sıcak çökmüş ki Çukurova’ya sanki gökten ateş yağıyor gibi. Hiçbir şeye benzemez Çukurova’nın sıcağı, güneşin altında beş dakika durunca insan baygınlık geçirir gibi oluyor. Zaten böyle bir sıcağın yıllardır görülmediği hep söylenir. Bu senenin sıcağı bir afat sanki…
Uzaklardan tozu dumana katmış bir atlının geldiği görüldü. Nasılda sürüyordu atını sanki bir şeyden kaçar gibi veya sıcaktan kurtulmak için mi bilinmez ama son hızla gelip çarşının yanında durdu. Çarşının ortasında büyük bir çeşme vardı .Bilek kalınlığında su akıyordu soğuk buz gibi. Bu suyun Toroslardan geldiğini söylüyorlardı. Atın üzerinde 14-15 yaşlarında genç bir çocuk vardı. Yavaş yavaş çeşmenin başına varınca attan indi,önce çeşmenin önündeki kürundan atını suladı,s onra elini yüzünü yıkayıp kana kana bir su içti, atının sırtını, boynunu avucuna aldığı su ile sıvazladı ,yularını tutup çeşmenin kenarındaki ağacın gölgesine geçti. O sırada Esma Hatun fırından bir ekmek almış iki büklüm bir halde yavaş yavaş oradan geçerken çocuk;
-Teyze teyze sana birisini sorsam diye seslendi. Esma Hatun durup çocuğa baktı, baktı bir türlü tanıyamadı.
-Buyur çocuğum dedi
-Teyze burada Esma Hatun diye birisi varmış onun evini biliyor musun acaba ?
Esma Hatun önce biraz şaşırdı, elini kaşlarının üzerine siper ederek dikkatli dikkatli tekrar baktı çocuğa;
-Esma’nın nesi olursun ki evlat hayırdır dedi
Çocuk ;
-Teyze ben Esma’nın torunuyum…