BELLEK

Hatırla.
Şüphe duy.
Hatırla.
Şüphe duy.
Hatırla.
Şüphe duy.
Hayat, ölüm ve bellek…
Düşün bunları.
Üçünün birlikte yol aldığını hatırla.
Biri eksik olursa, diğerlerinin anlamının olmadığını düşün.
Hatırla.
Şüphe duy.
Ölümü, hayatı ve belleği…
Hatırla.
Şüphe duy.
Ölüm, hayat ve bellek, ayrılmaz üçlüdür. Ayrılmaksızın birlikte ve bir bütünlük içinde yol alırlar. Ölümün ve hayatın birleştiricisi bellektir.
Üç kök üzerine yükselen bir ağaç düşün. Ölüm, hayat ve bellek ağacı… Bir kök eksik olursa, ağaç dengesini yitirir ve yıkılır.
Ölüm ve hayat varlığını bellekte sahneler. Sahnenin dekorunu hazırlayan ve sahneye anlam katan ise bellektir.
Belleğin hamurunu ise, sezgi ve bilinç oluşturur.
Hayat ve ölüm belleksiz yola devam edemez. Üç yapraklı yoncada; hayat beyaz, bellek kırmızı, ölüm siyahtır.
Geçmiş, şimdi, gelecek.
“Bütün zamanların sonsuzluğudur.”
Belleğin kırılma noktalarını bulabilmek için kendimizi bir tür direnç sınavından geçirmemiz gerekir. Düşünceler hayale, hayaller düşünceye dönüşürken, doğru ve yanlış yer değiştirebilir.
Yeni hatırlar kurabilir, eskilerini yok edip, yenilerini onun yerine yerleştirebilir.
Görülmemiş rüyalar içinde uyanabilirsin. Gündüz rüyalar içinde, gece gerçekler üstünde yürüyebilirsin. Her gün dünyayla beraber döndüğünün farkına varabilirsin.
Eğer başarabilirsen belleğini sorgu odasına koy. Onu tecrit et. Ona baskı uygula. Böylelikle bütün geçmişi elden geçirip tüm sırların ortaya dökülmesini sağla.
İçimizde yaşayan bu üçlüyü ciddiye almamız gerek.
Bak gözlerine, derine, daha derine, in, biraz daha, in aşağılara… Yeryüzüne çakılana kadar in.
Ne kadar derine inersen, o kadar çok şey göreceksin.
Belleğimiz işkence odasına benzer. Yırtılıp atılmış, kesip parçalanmış hatıralar. Kafası koparılmış baba. Vajinası parçalanmış anne. Sevgisi tükenmiş yürek. İhanet. Yalan. İnkâr. Vicdan. Dostluk. Kan. Sevgi. Tutku. Erdem.
Bu odada ateşle dağlanan yaralara, zalimce işkenceden geçirilmiş hayatlara ve işlenmemiş cinayetlere rastlarız.
Odanın dekoru, ölümün ve hayatın ayrılmaz parçası olan belleğin prova yeri ve gösteri sahnesidir.
Bellek geçmişte yaptığımız, eylediğimiz, söylediğimiz, her şeyi hatırlar.
Uzam ve zamanın içinde kusursuz bir dizgiye tanık oluruz, Hiçbir şeyi unutmaz. Unut, unut diyenlere sırtını döner. Unutmanın, ölümle gerçekleşeceğini bizden daha iyi bilir.
Geçip giden zaman, bellek sayesinde ebedileşir.
Bellek, ölümün ve hayatın dışımızda olmadığını, bizimle birlikte şu anda yanımızda, gölgemiz kadar yakınımızda olduğunu fısıldar:
“Onlar dışarıdan bir yerlerden size yaklaşan bir şey değil, sizin içimizde taşıdığınız bir şeydir,”der.
Bu bir hakikattir ve böyle bir hakikatin gerçekliğini biz olgusallıkla nitelendiririz.
Doğum, ölüm ve bellek, devredilemeyen bir deneyimdir.
Kimse kimsenin yerine geçemez.
Bellek hayatımızı anlamayı sağlar. O bize der ki:
“Kendini, hayatını, anlayamayan, başkalarının hayatlarını anlayamaz. Hikâyelerini anlamlandıramaz. Yerine geçme ve hissetme duygusuna yabancıdır.”
“Zihnimiz, belleğin yeteneği sayesinde ne olduğumuzu anımsar.
Aklımız, ondan güç alarak olanı doğrular.
Öngörü ya da önsezi bir şey olmadan önce zihnin onu bilmesini sağlar.”
Geçmiş, bugün ve geleceği bir aynada görmemize yardım eder. O aynaya iyi bakarsak hayatın içinde nerede ve nasıl durduğumuzu kavrayabiliriz.
Bellek sahibi olan kişi, bilge kişidir. Cennetini, arafını ve cehennemini içinde taşır. Bunlar sayesinde özgürlüğüne doğru yol alır.
Bellek özgürlüğün evidir.
Düşünceler için bir handır.
Şimdinin sevinci, geleceğin umududur.
Farkında varamadığımız gözlerimizdir.
Bellek, kendimize özgü bir karakter oluşturduğu gibi, dünyanın geri kalanından ayıran bir özellikler bütünü ve yaşam tarzı edinmemizi sağlar.
Hayatta olmanın katıksız duygusunu geliştirir.
Gözlerimizi açar, ruhlarımızı temizler.
Bir yerlere sakladığımız vicdanı geri getirir.
Vicdanımıza karşı ant içmeyi öğretir.
İnsan belleksiz kalırsa hayata ve ölüme karşı borcunu ödememiş olur.
Onların anlamını yitirir.
Kurumuş bir gölden nilüfer fışkırmasını bekler.
Bu ise, beyhude bir bekleyiştir.
İyi donatılmış bir bellek, hiçbir otoriteye biat etme hatasına düşmez.
Boyun eğerek hayatta kalmayı reddeder.
Ve ölümün özgürlük çağrısına uyar.
Bu eylemi, otoriteye dehşetli bir meydan okumadır.