GÖKKUŞAĞI RENGİNDEKİ BALIK

Sana yazmaya başlayınca yüreğim kasırgaya tutuluyor. Harfler, yağmur damlaları gibi pıtır pıtır
zihnime üşüşüyor. Daha birini yazmadan diğeri kapımı zorluyor. Şaşırıp kalıyorum. Elim ayağım
birbirine dolaşıyor. Şaşkınlığım o kadar acemi ki, kalem parmaklarımın arasından sıyrılıp
sessizce gidiyor. Ardı sıra koşuyorum, koşuyorum, koşuyorum… Nefesim kesilince koşmayı
bırakıyorum. Bağırıp el sallıyorum, ıslık çalıyorum, türkü çığırıyorum, nafile…. O, başka bir elin
parmaklarına yerleşmiş bile.
Şaşkın, huzursuz ve acemice dolaşıyorum sokakları. Sokaklar, ayak izi, göz izi, kimlik izi ve
köken izleriyle yitirdiğimiz yeryüzünü hatırlatıyor. Sokağın gözleri tek tek kapanıyor içine.
Eve döndüğümde başka biri olmuşum. Hiç tanımadığım biri. Neşe içindeyim. İçimdeki umut
büyümüş. Hayal kurmuşum, yerli yersiz. Uçuk, kaçık, sıra dışı, tekinsiz hayaller. Sonra da
dönüp kurduğum hayalleri korkmadan eve getirmişim.
Kapı, anahtar, girişteki sandalye, uyuduğum yatak, salondaki koltuk, yüzyıllık sandık, yeşil
masa, mavi su bardağı, ben yokmuşum gibi davranıyorlar. Tanımıyorlar beni.
Kapının gıcırtısı, anahtarın şıngırtısı, sallanan mor koltuk, boşluk içinde sessizliğe kucak
açmışlardı. Sanki hiç birlikte yaşamamışız, acı-tatlı anılarımız olmamışçasına benden uzak
durdular. Bütün eşyalar anlayamadığım bir keder içinde kendi içlerine yol almışlardı. Yanlarına
yaklaştığımda örgütlenmişçesine yüzlerini çevirdiler.
Kitaplarım, onlar tanıdı beni. Satırlarına özenle dokundum. Açtığım her sayfada gözlerimin izine
rastladım. Sürek avcıları gibi gözlerimin izinden yürüdüm. Gide gide senin çocukluk ülkene
vardım. Bir gedik açıp yoluma devam ettim. Çocukluk izlerin, gizli dağ yolları gibi yabani güllerle
bezenmişti.
Sen bir rizom gibi yolunu aça aça, kendini yeniden yarata yarata yürüyorsun. Avuçlarımda
ayrılık izleri. İzlere bakıyorum 2000 yılını gösteriyor. Senin gittiğin ilk yazı. Gidişinden kalma
yaralar. Yaralar iyileşip kurusalar da, izleri belleğime kök salmış. Belleğimdeki kökler yitirdiğimiz
yılları anımsattı. Sen ilk yazı sırtlayıp gitmiştin. Ben koşmuştum koşmuştum da ulaşamamıştım
sana.
İlk yazda yollara düştüğünde yeryüzünün engebeli girdabında kimi zaman kayboldun, kimi
zaman da aşıp geçtin dağları, denizleri. Çocukluğun yanındaydı. Kâh gözlerinde, kâh yüreğinde;
kılavuzluk etti sana. Hayallerini, hedeflerini, vicdanını ve denizleri anımsattı.
Denizler, sonsuzluğun ırmakları. Toprağın gözyaşlarından, kederli yüreğinden beslenen; evrenin
güzel yüzlü çocukları. Neşelenir bir avuç maviyle, yürür gider yeşile. Dalgalarının beyaz köpüğü,
gece-gündüz konuşur yarattıklarıyla. Hep devinir; yüzyıllara meydan okuyan gövdesiyle. Yeni
yollar, yeni canlılar yaratır yağmurdan düşen damlalarla. Yarattıkları kimliksiz ve kökensizdir.
Ondan doğanlar, ufkun ötesini görebilme yetenekleri gelişmiş canlılardır.
Sen, maviden yeşile yürüyen bu anarşist dünyanın bana armağan ettiği gök kuşağı rengindeki
balıksın. Damlasıyla, dalgasıyla, köpüğüyle, kayasıyla, çakılıyla, kumuyla, yosunuyla ve de
balığıyla kendiliğinden dönen bu mavi sonsuzlukta seni ararım. Hiç kimse yokmuşçasına bir tek
seni arar, seni sorarım.

Beklerim. Bir ömür geçse de, zaman şaka yapıp dursa da, beklerim. Yağmurunu bekleyen
toprağın, yaprağını güverten ağacın tükenmez sabrıyla. Yılgınlığa kapılmam. Güneşin son
ışıkları dökülür denize. Denizin durulmasını beklerim. Gecenin geçilmez karanlığı çöker
gözlerime. Karanlığın beyazını beklerim. Korkarım karanlıktan. Dilsiz olurum. Vazgeçmem.
Beklerim. Gökkuşağı rengindeki balığın gelmesi için denizin dalgalarının içinden avucuma akan
o minicik kum tanesini beklerim.
Beklemeyi bilmeseydim ağlardım. Annemin kulak kabartmayacağını bile bile ağlardım. 
Beklemeyi öğrendiğim gibi sevmeyi de öğrendim. Seni beklerken bilmeden kendimi de
bekledim. Dünya yeniden doğdu benden. Ağır ağır çöktüm aşınmaz kayalar gibi denizin dibine.
Gökkuşağı rengindeki balığın göğsündeki yıldızlar sildi bütün yaralarımı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.