YEMLİKÇİLER

Gel vefasız bu yurtlara hor bakma
Senin ile yemlik yıkamadık mı?
Sofraların zenginliğiydi yemlik, garnitürüydü, rengiydi, tuza banıp yenildiğinde tadına doyum olmazdı. Şayet bir sofrada yemlik yoksa o sofrada Bir eksiklik olduğu hemen belli olurdu. Gecelerin çereziydi… Gelen misafirlerin önüne bir tepsi içinde yemlik getirip sunmak ev sahibi için bir varlık göstergesiydi sanki.
Çünkü şehir yerinde yemlik bulmak çok zordu. Haftada bir eşeklerin üzerinde çuvallar dolusu yemlik getiren köylü kadınlarını gören alıyor, göremeyen veya yemlik bittiğinde fark edenler ise alamadıkları için hayıflanıyordu.
Yemlik köylerde, tarlalarda köylü kadınları tarafından toplanır, köyün çeşmesinde gürül gürül akan suda yıkanır, sonra çuvallara doldurulur, havasız kalıp yanmasın, yani tazeliği bozulmasın diye çuvalların ağzı açık bırakılıp evin serin bir köşesine konurdu.
Sabah şafak sökerken eşeklere yükler ve şehre gitmek için yola koyulurlardı. Az değil köyümüz ile Elazığ arası tam 17 kilometreydi. Bu kadar yolu yaya gelir, şehrin sokaklarına dağılırlardı. ”Yemlikçi geldi yemlikçiiii” diye bağırınca bakarsın evin camından bir kadın “yemlikçi bekle” diye seslenirdi. Yemlikçinin geldiğini gören herkes yemlik getiren kadının başına üşüşürlerdi. Terazi yoktu, göz kararı demet demet satarlardı yemliklerini. Bazen aynı sokak içerisinde biter, bazen diğer sokağa geçtiklerinde tüm yemlikler satılırdı. Herkesin kendine ayırdığı bir sokak vardı ve kimse kimsenin sokağına girmezdi.
Evet bu milletin efendisi olan köylülerin yaşam şartları böyle bin bir zorluklar içerisinde geçiyordu. Düşünüyorum da aynı toprağın kaderini paylaşan bu insanların suçu neydi acaba? Neden böyle bir yaşama mahkum edilmişlerdi onu da bilmiyorum…
Köyün güney doğusunda nohut tepe denilen ufak bir tepe vardı. Tepenin üzerindeki patika yoldan gidip geliyorlardı annelerimiz. Biz çocuklar ise onların nohut tepeden geleceği saati dört gözle beklerdik. Çünkü yemlikleri satan analarımız, Elazığ’da bit pazarında eski giysiler alıp getirirlerdi köyde yazı yabanda giymek için. Birde kırmızı beyaz şekerler vardı onları da bize verirlerdi. Şekerleri aldığımızda dünyanın en mutlu çocukları olurduk, sevinç çığlıkları atardık, diğer çocuklara göstermek için koşardık köyün içine… Gördüğümüz herkese gösterirdik şekerlerimizi.
Bu zorlu yaşam şartları içinde geçen çocukluğumuz, daha sonraki yaşamımızda bize çok şey öğretmişti. Sevgiyi, saygıyı, dostluğu, arkadaşlığın kutsallığını ve yemlikçi analarımızın fedakarlığını…
Bazen Elazığ sokaklarında gezerken yemlikçileri gören çocukların annelerine bağırışları kulaklarımda çınılar;
-Anneee yemlikçiler geldi yemlikçiler…