YAŞAMIN MAVİLİĞİ

Seni yazmak istediğimde bütün sözcükler buram buram sevgi kokuyor. Meclis parkındaki çınar ağacının altına oturup kuşları izliyorum. Güvercinler, serçeler, saksağanlar, kargalar. Gök ve yer arasında mekik dokuyorlar; arada bir indikleri ağaç dallarını saymazsak. Birlikte kanatlanıp birlikte konuyorlar. Boşlukta süzülürken kanatlarındaki ahenk, durgun bir gölün yüzeye vuran sessiz kıpırdanışı gibi.

Uçmak, sahip olduklarından sıyrılıp, sahipsizliğe adım atmak mı acaba? Kuşlar,  sonsuzluğun sessiz ulakları olmalı.

Boşlukta kanat çırpışları, bir özgürlük şarkısının notalarından sıyrılıp, toprağın derininde umuda dönüşüyor. Yüzeydeki yaprak, derindeki kök seni çağrıştırıyor. Gülüşün takılıyor aklıma. Hiç unutamadığım gülüşün. Sesini duyunca yağmur damlalarının düştüğü toprak gibi genişliyor yüreğim. Yaşamın tokmağına sıkıca tutunan bir çocuğun çığlığına karışıyor nefesim. Etrafımdaki her şey senin bir parçanmış gibi bedenime, etime, algıma sızıyor. Seninle var oluyorum.

Kuşlar uçarken hayatın ölüme çelme taktığını düşünüyorum. Durmaksızın devinip göveriyor hayat. Uzanıp gidiyorum Pasifik sahillerine. Panama City’nin beyaz kumlarına. Yağmur damlalarının okyanusun üzerinde çıkardığı sese karışan sesin dolduruyor çınar ağacının yapraklarını, oturduğum tahta bankı, içmeyip yarım bıraktığım mavi şişedeki suyu.

Panama City’nin beyaz kumları Dostoyevski’nin beyaz gecelerini anımsatıyor. Sabah güneşinin altında ışıl ışıl yanıyorlar. Yürürken ayak izlerimiz birbirine karışıyor. Öyle neşeliyim ki kâh önüne geçiyor kâh arkandan geliyorum. Gülüyorsun.

Çocuk gibisin! Her şey seni mutlu ediyor.

 İtiraz ediyorum.

Hayır, hayır her şey beni mutlu etmiyor. Beni mutlu eden sensin.

Okyanusun ortasına doğru uzanan iki demir iskele arasında yürüyoruz. İskeleden çok yarım köprü görünümündeler. Köprülerin üç yanından sulara uzanan balıkçıların oltalarını görüyoruz. Kadınlar ve Erkekler sabırla bekliyorlar. Köprüden görünüşleri, toprakla bağlarını kesmiş bir grup insanın fotoğraf karesini anımsatıyor. Okyanusla bütünleşmiş, onun bir parçası gibiler. Mutlu bir sessizlik var yüzlerinde. Balıkçıları geride bırakıp okyanusun sesini dinleyerek dönüyoruz.

Konakladığımız ev sitenin on beşinci katında. Okyanus, gökyüzüne inat mavi mi mavi. Balkondaki şezlonga uzanıp küçük beyaz bulutları izliyorum. Güneşe ve bulutlara daha yakınım.

 Kahvaltı zamanı. Birlikte kurulan her masa gibi bereketli. Bergamotlu yasemin çayı, bal, keçi peyniri, kızarmış sıcak ekmek ve de yumurta, vazgeçemediklerimiz. Kahvaltımız gün doğumuna benziyor. Martıların sesleri dalga seslerine karışınca masamıza günün armağanıymışçasına tanımadığımız bir müziğin notaları üşüşüyor. Islık çalıp mırıldanıyoruz. Sonra da gözlerimizden yaş gelinceye değin gülüyoruz. Güldükçe hayatı yeniden okuyoruz. Yeni bir dilin hecelerine salıncak kurup, dünyaya takla attırıyoruz. Yüreklerimiz şaşırıyor. Onların şaşkınlığı neşemize kapı aralıyor. Kenti keşfetmeye karar verip, yola koyuluyoruz.

Asansörden inip arabaya ulaşmak istediğimizde garaj boşluğunda dolaşan hava akımı iliklerimize işlemiş gibi üşütüyor bizi. Arabaya koşarak gidiyorum. Sen gene gülüyorsun. Sabah güneşine benziyor yüzün. Baktıkça içim ısınıyor. Sevginin yansıması.

Bütün gün kenti dolaşıyoruz. Cadde ve sokaklarına aşina değiliz. Sokaklar bize yabancı, biz sokaklara acemiyiz. Her sokak yeni bir sürprizle karşılıyor bizi. İnsan alışkanlıklarından sıyrılınca bedenin algısı değişiyor. Tenin farklı katmanları olduğunu hissediyorum. Göğüs kafesim genişliyor. Bedenimin her katı nefes alıp veriyor. Göğün mavisinin aldatıcılığından sıyrılıp yaşamın mavisine sarılıyorum.

Güneşin batışını, balkonda dolaşan rüzgârın hışırtısıyla izliyoruz. Her şeyin eşkâlini çizenler, rüzgârı forma sokamamışlar. Düşüncelerimizin eşkâlini çizmedikleri gibi. Gecenin sönmeyen mumları diye adlandırdığımız yıldızlara baktıkça, başka bir evrenin kapıları açılıyor önümüze. Hayal kurmuyoruz. Gerçeğin puslu aynasında doğduğumuz toprakları görüyoruz.

Toprak sıcak. Çok sıcak. Kavrulmuş. Yürüdükçe ayaklarımız yanıyor. Her şey değişiyor. Okyanus değişiyor, gece değişiyor, rüzgâr değişiyor. Bulutlar sürü halinde ayı kuşatıyor.  Ayın sönük ışığında bir beşik gibi sallanan okyanusun hiç susmayan homurtuları, savaşın yaralı çocuklarının öfkesini çağrıştırıyor. Yer ve gök sis altında kalmışçasına dalga dalga kararıyor. Duygularımız bölündükçe bölünüyor. Gece huzursuz, okyanus huzursuz, yıldızlar huzursuz. Ellerimiz karanlık, yüzümüz karanlık, sesimiz karanlık. Rüzgârın uğultusu kulaklarımızı yakıyor. Her şey tekinsizleşiyor. Yağmur yağmaya başlıyor. Ne olduğunu anlamıyoruz. Yağmur tekinsiz, gece tekinsiz, rüzgâr tekinsiz.

Bütün yıldızlar söndü.

Sesinde acıyla yüzleşenlerin sakinliği var. Susuyoruz. Sessizliğimiz korkutucu. Göğüs kafesim inip kalkıyor. İç çekişimi hissediyorsun.

Ağlama anneciğim.

Dalgaların sesi, kumları döverken yüreğimize çarpıyor. Ürperiyoruz. Birbirimize sokuluyoruz. Yer ve gök aynı anda kızıla dönüyor.

Karanlık.

Elinden sıkıca tutuyorum.

Haydi, gidelim!

Nereye?

Ateşli ufuklara.

Gülümsediğini görüyorum. Yüzünü görüyorum.

Güneş doğmuş. Yağmur dinmiş. Rüzgâr susmuş. Karanlık, geceyi terk etmiş. Ağaç yapraklarından bir isyan türküsü yayılıyor. Umutsuzluk ve acı maviye dönüşüyor. Mavi şişedeki suyu okyanusa boşaltıp yürüyorum. Sesin kulaklarımda çınlarken; yaşamın maviliğine tutunuyorum;  o da yürek gibi her yere taşınıyor.

1 thought on “YAŞAMIN MAVİLİĞİ

  1. Ben böyle yazılardan çok etkileniyorum.Çok sulu gözlüyüm.Okumak istemiyorum.Merak edip okuyorum.Sonrada gözyaşlarımla kalıyorum baş başa.Her şey gönlünce olsun.Ne güzel.Yazan ellerine hisseden gönlüne sağlık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.