MUNZUR DAĞI’NIN CEYLANI

Haydar emminin evi Munzur Dağı’nın eteklerine yakın bir yerdeydi.
Büyük bir bahçe içerisindeydi. Bahçenin bir kenarında ise büyük bir koyun ağılı vardı. Koyunların bekçisi ise iki tane kangal köpeğiydi. Sabah koyunlarını Munzur Dağı’nın eteklerine doğru götürürken köpeklerin biri önde bir diğeri ise koyunların arkasından gidiyordu. Bir gün altı tane kurt koyunlara saldırdığında köpekler bütün kurtları yaralayıp sürüden koyun almalarına izin vermemişlerdi.
Heybetli ve kendine güvenen duruşları ile Munzur Dağı’nın eteklerinde koyunların sadık bekçileriydi onlar.
Haydar emmi her sene sonbaharda bir koç getirir Munzur’a doğru dönerek “Ya Munzur baba; ben senin kurbanını verdim bir daha benden kurban alma “diyerek dilek diler ve koçu keserdi. Soğuk kış günleri Munzur dağından büyük bir gürültü ile çığ gelirdi. Haydar emminin evinin etrafına kadar iner, evin etrafı karlarla kaplanır ama evin üzerine bir dirhem de olsa çığ düşmezdi. Munzur baba Haydar emminin duasını kabul ediyordu sanki…
Bahar aylarıydı… Güneşin ışıkları Munzur Dağı’nın eteklerini yavaş yavaş aydınlatıyordu. Bir ceylan sürüsü geçiyordu dağın eteklerinden. Baharda açmış türlü çiçekleri andırıyorlardı. Koyunlar ise yavaş yavaş Munzur Dağı’nın eteklerine doğru yayılıyordu. Önde Karabaş, arkada Çomar isimli köpekler de onlara bekçilik yapıyorlardı…
Haydar emmi eşine seslendi; Hanım hanım hele gel de şu ceylanların güzelliğine bak. Munzur babayı süslemiş türlü çiçekler gibi…
Eşi ile birlikte saatlerce durup o güzelim ceylanları izlediler.
Akşam koyunlar eve döndüklerinde bir de ne görsünler aralarında yeni dünyaya gelmiş bir ceylan yavrusu vardı. Şaşırıp kalmışlardı hemen evin içine aldılar, sobanın önüne bir minder serip üzerine koydular. Haydar emmi koyunlardan süt sağıp getirdi biberonla ceylan yavrusuna içirmeye başladı.
Bir ay sonra biraz kendine gelmiş büyümüş serpilmişti artık. Sürü ile birlikte dağlara gidiyor, akşam onlarla birlikte tekrar eve dönüyordu.
Haydar emmi için ceylan kutsal bir varlıktı. Hacı Bektaşi Veli’nin resmini görmüştü ilçedeki bir kahvehanede. Onun da kucağında bir ceylan yavrusu vardı.
Ceylanın gözlerinin güzelliği hiçbir hayvanda yoktu. Hatta insanlarda bile böyle güzel gözler bulunmazdı. Çok ağıtlar yakılmış, türküler söylenmişti ceylanlar üzerine. Halk arasında sevgiliye söylenen “ceylan gözlüm, ela gözlüm’’ diye başlayan türküler dilden dile, kuşaktan kuşağa söylene gelmiştir.
Ceylan evin içinde Haydar emmi ve eşi ile birlikte yatıp kalkıyordu. Yemek yediklerinde sofranın başına geliyor, ışıl ışıl parıldayan ela gözleri ile bir sofraya bakıyor, bir Haydar emmi ile eşine bakıyor sonra yüzünü yüzlerine sürerek sevincini, minnettarlığını gösteriyordu. Haydar emminin çocukları büyümüş ve her biri bir yere gittiği için yalnız yaşıyorlardı. Öyle alışmışlardı ki ceylana sanki küçük bir çocukları gibiydi.
Yaz bitti, sonbaharda Haydar emmi yine Munzur babaya bir kurban kesmişti. Bu sene kış çok çetin geçiyordu. Günlerce kardan dışarı çıkamadıkları olmuştu. Sadece koyunları yemlemek için ağıla zor gidip geliyorlardı.
Nihayet bahar ayları gelip çatmıştı. Güneşin ışıkları aydınlatıyordu her yanı. Ceylan uyanmış, durmadan ayağı ile evin kapısına vuruyordu. Haydar emmi bir şeyler olduğunu anlamıştı. Kalkıp kapıyı açtı. Ceylan, hızla dışarı çıktı. Munzur dağına doğru o güzelim gözleriyle başını dikmiş bakıyordu. Birden yerinden fırladı, dağa doğru var gücüyle koşmaya başladı. Haydar emmi ceylanın koşarak gittiğini görünce Munzur Dağı’na doğru elini anlına siper ederek baktı ki ne görsün? Bir ceylan sürüsü dağın eteklerinde yayılıyordu. Hanımına seslendi;
-Hanım gitti hanım…
-Kim gitti, kim?
-Munzur Dağı’nın ceylanı gitti hanım, Munzur Dağı’nın ceylanı…
Her ikisi de durmuş dağlara doğru koşan ceylana bakıyorlardı. Bir süre sonra sürüye karışan ceylan gözden kaybolup gitti…
Yüreklerinden bir parça kopup gitmişti san ki… Bir daha geri gelmeyeceğini biliyorlardı.
Haydar emminin gözlerinden iki damla yaş süzüldü yanaklarına…
Yalnız bırakmıştı onları Munzur Dağı’nın ceylanı…