HERKES KADERİNİ YAŞAR

                      Giyindim kuşandım çıktım meydana

Kendi kaderimle güreşemedim…

                   Mazlum, yalnız yaşıyordu. Babasını yakın zamanda kaybetmiş, annesi ise Mazlum küçükken hayata gözlerini yummuştu. Bir evlilik yapmış, iki çocuğu dünyaya gelmişti. Bir oğlan, bir de kız. Çocukları büyümüş, hayata atılmış ama Mazlum eşinden ayrılmıştı. bu koca dünyada yapayalnızdı.                                    

           Babasının söylediği  “Hayat yaşandığı kadardır…” sözü hiç aklından çıkmıyordu. Yüreğinin bir yerinde hep saklı kalmıştı. Evet; hayat yaşandığı kadardır. Hayatı nasıl ve ne şekilde yaşadığın çok önemlidir. Bazı yaşamlar insanın yüreğinde derin izler bırakır ve hatırlandıkça içi sızlar. Ne geçmişten bir eser kalmıştır, ne de gelecekten bir umut…

           Oturup eline kalemi kağıdı alıp hatırına gelen her şeyi yazmak istiyordu. Mutlulukları, üzüntüleri, acıları, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarını ama nereden ve nasıl başlayacağını bilmiyordu. Anıları yazarken kapanmış yaraların yeniden açılacağından korkuyordu. Onun için bir türlü karar veremedi. ‘’Belki bir mektup yazarım’’ diye kendi kendine söylendi.

      Kalkıp ilerideki tepelere doğru yavaş, yavaş yürüdü. Çam ağaçlarının arasında giderken cırcır böceklerinin sesleri birbirine karışıyordu. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. semaya döner gibi uçuşan kuşları uzun uzun seyretti. ‘’B ir kuş olup uçup gitseydim sevdiğimin yanına… Oturduğu evin penceresine konup doyasıya seyretseydim cemalini. Sonra uçsuz bucaksız gökyüzünde tekrar süzülüp gözlerden kaybolsaydım’’ diye geçirdi içinden.

              Tepenin doruklarına çıktığında aşağıda bir çoban keçilerini salmıştı tepenin eteklerine doğru. Çıngırak sesleri başka bir haz veriyordu insana. Annesini arayıp bulmaya çalışan oğlakların meleşmeleri, annelerinin sesini alınca taşların üzerinden koşarak atladıkları, yanlarına varınca memelerine saldırıp büyük bir iştahla emdiklerini izliyordu. Çoban ise bir taşın üzerine oturmuş kavalı ile yanık bir türkü  çalıyordu…

           Günler su gibi akıp gidiyordu.

            Karakış gelip çatmıştı… Hava buz gibi soğuk, sert bir rüzgar esiyor,  bir yandan da lapa lapa kar yağıyordu. Arkadaşı Nihat, hasta çocuğuna eczaneden ilaç almıştı. Birlikte yola koyuldular. Karanlık bastırmadan köye  ulaşmak istiyorlardı. İlçede tanıdıkları Kazım amca arkalarından  seslendi:

         -Bu havada gitmeyin.  Yolda çığ tehlikesi olur.  Bu gece kalın burada. Yarın hava düzelince gidersiniz.

          -Gitmemiz gerek Kazım amca, kal sağlıcakla…

          Munzur dağı bütün haşmetiyle, heybetiyle karşılarında duruyordu. Görünüşü bile insanın içini ürpertiyordu. Her ikisi de yol alıyordu korku içinde ,endişeli ve ümitsizce…

            Kapının zili çaldı; içerden bir kız sesi : Kim ooo,

             -Postaaa!

             Kapı açıldı, postacı bir mektup uzattı, genç kız mektubu aldı. Mektup, yıllardır haber alamadığı babasından geliyordu.           

               Elleri titreyerek zarfı açtı. Büyük bir merak ve heyecanla okumaya başladı. Şöyle yazıyordu mektupta:

       Sevgili kızım;

       Yalnız kalmışsan eğer, insanların senden alacağı bir şey kalmamış demektir.                                       

       İnsan kendini bulduğunda her şeyin bittiğini, geçmiş mutlulukların acıya dönüştüğünü yaşıyor.

       Yüreğimde gizlenen hasretle öpüyorum seni.

       Görüşmek nasip olur mu bilmiyorum ama şunu hiçbir zaman unutma:  Herkes kaderini yaşar…

       Ve bir daha haber alınamadı Mazlum’dan…

1 thought on “HERKES KADERİNİ YAŞAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.