KARANLIKTAKİ IŞIKTI BAKİ AMCA

Uzaktan gelmişim yorgun yüreğim
Yuvasız kuşlara benzer kaderim…
Bilge insan Baki amcanın anısına…
Yaz ayları bitmek üzereydi. Köyümüze bir kamyon geldi. Pahlı Haydar’ın kapısının önünde durdu. Kamyonun bir bölümüne meşe odunları, diğer bölümüne yatak, yorgan, kapkacak yüklemişlerdi. Altı çocuğu, eşi ve annesi ile birlikte gelmişti nur yüzlü Baki amca. Dersim’in Şıhso (Burmageçit) köyünden geliyorlardı. Köylüler toplanmış şaşkın şaşkın izliyorlardı gelenleri. Şaşkınlığını üzerinden atan bazı köylülerinde yardımıyla kamyondaki eşyaları, odunları boşalttılar. Kamyon çekip gitmişti.
Pahlı Haydar’a maraba (yarıcı) olarak gelmişti Baki amca köyümüze.
Sevecen bir yüzü vardı… Mahzun, sessiz, kendi halinde biri. Bakarken gözlerinin içi gülüyordu hüzünle. Yerini yurdunu terk etmenin verdiği bir acı ve yeni bir hayat kurmak, çocuklarının geçimini sağlamak için bulduğu marabalık işinin sevinci. İşte gözlerindeki o hüzün acı ile sevincin harmanlandığı bir hüzündü.
Henüz 7-8 yaşlarındaydım; Baki amcayı görünce içime bir sıcaklık düşmüştü. Sevmiştim onun duruşunu, hüzünlü bakışlarını, sessiz sakin halini.
Okuryazarlığı askerlikte Ali okulunda öğrenmişti ama çok kitaplar okumuştu Baki Amca. Bilge biriydi, ağzından hiçbir zaman kötü bir kelime ve yalan bir söz çıkmazdı. Dürüsttü, kısa zamanda efendiliği ve dürüstlüğü ile kendini sevdirmişti. Ülkenin en güzel yerinde yaşamayı, en yüce makamlarında bulunmayı hak eden biriydi. Ne acıdır ki yoksulluk, gariplik, çaresizlik onu yerinden yurdundan etmiş, marabalığa layık görmüştü.
Küçükle küçük, büyükle büyüktü. Beni annem, babam bile nazarı itibara almazken Baki amca beni adam yerine koyup muhabbet ederdi. Çok mutlu olurdum onunla konuştuğumda. Mutluluğum yüzüme yansırdı, kuşlar gibi hissederdim kendimi. Onunla tanışmak büyük bir şans ve mutluluktu benim için. Muhabbetine doyum olmazdı. Konuştuğu her şey kelimesi kelimesine yüreğimde yer etmiştir. Baki amcadan bazı anekdotları burada anlatmak istiyorum.
O zamanlar gislavet marka lastik ayakkabılar meşhurdu. O ayakkabıları herkes giyemezdi. Parası olan giyerdi sadece. Ankara’da yapılıp geldiği söylenirdi. Köylüler genellikle araba lastiğinin şamrelinden yaptıkları çarıkları giyerlerdi çiftte çubukta tarlada çalışırken. Pahlı Haydar’ın malı mülkü, parası, pulu vardı ama giyinmesine pek özen göstermezdi. Baki amca ile öküzleri otlatmaya götürdüğümde görüşürdük. Bana ”Musa’cığım benim ağanın bir çift ayakkabısı vaaar, biri Ankara, biri Trabzon” deyip sessiz sessiz gülümserdi. Gülüşü bile insanın içini ferahlatıyordu.
”Musa’cığım, köyün birine bir gün bir bilim adamı gelir, köylülerden biri der ki “sana bir soru soracağım bilirsen ben sana bir lira vereceğim, bilmezsen sen bana on lira vereceksin’’ Tabi bilim adamı kendine güvenir kabul eder. Köylü der ki ‘’Bana Dünyadaki üç ayaklı hayvanın ismini söyle’’ Tabi ki bilim adamı bilemez çıkarıp on lirayı köylüye verir. Bu defa soru sorma sırası bilim adamındadır. ‘’Peki aynı soruyu ben sana soruyorum’’ deyince köylü, ‘Vallahi bende bilmiyorum al sana bir lira’ der, şimdi hangisi akıllı Musa’cığım? Köylü mü yoksa bilim adamımı?”
Bir gün ona sormuştum, ”Baki amca okulda arkadaşlar diyor ki, Hıristiyanlar kiliseye gider, Müslümanlar camiye gider, peki Aleviler nereye gider?” Baki amca o sevecen yüzüyle gülümseyerek baktı sonra “Onlar da taşı alır başına vurur Musa’cığım”dedi gülümseyerek. Çok naif ve derin anlam içeren bir ifadeydi bu ama benim o zamanlar yaşım itibarı ile anlayacak kapasitem yoktu.
“Bizim dünyamızdan başka dünyalarda var. Uzaydan geldiğini söyleyen ve Afrika’da yaşayan kabileler bile var ‘’diyordu. Ben ise Afrika’nın nerede olduğunu bile bilmiyordum. Yıllar sonra Afrika’nın Mali cumhuriyetinde yaşayan Dogon kabilesinin varlığını öğrenmiştim. Bu kabile kendilerinin uzaydan Sirius yıldızından geldiklerini iddia ediyorlardı ama kimse inanmıyordu. Uzun yıllar sonra bilim adamları uzayda Sirius yıldızının varlığını keşfetmişlerdi. Askerde okuma yazmayı öğrenmiş birinin bilgeliğine bakar mısınız? Benim için bir Dehaydı, bir deryaydı, bilgi hazinesiydi Baki amca.
Daha sonra Mahmut amcaların yanında marabalık yapmaya başladılar. sonra Ziya amcanın marabası oldular. Ziya amca köyden taşınıp Elazığ’a gittiğinde bütün tarlalarını Baki amcanın bakımına bırakmıştı.
Köyden ayrıldıktan sonra bir daha göremedim Baki amcayı. Sonradan öğrendiğime göre Ziya amca arazisini satınca Baki amca da köyden ayrılmış, Elazığ’da Fevzi Çakmak mahallesinde bir apartmanda kapıcılık yapmaya başlamıştı. Bilge ve naif bir insanın hayatını marabalık ve kapıcılık yapmakla geçirmesi asla ve asla kader olamazdı. Yazarken bile içim hüzün doluyor. Baki Amca asla böyle bir yaşamı hak etmiyordu. İçimden “Felek çarkın kırılsın” diyesim geliyor.
1980 yılında kalp büyümesi, siroz hastalığına çevirmiş ve 55 yaşında hayata gözlerini yummuştu bu bilge insan.
Seni tanıdığım için, seninle muhabbet etme şansına sahip olduğum için dünyanın en bahtiyar insanlarından biriyim,
Aynı köyün suyunu içtik, havasını soluduk, toprağını kazıdık ve aynı toprağın kaderini paylaştığımız içinde çok mutluyum.
Işıklar içinde uyu, nur yüzlü Baki amca…