HÜZÜN ÇİÇEKLERİ

Sebebi sen oldun bu ahu zarın
Her iki cihanda olmasın yerin…
Barakayı andıran evinin önündeki küçücük bahçesine güller dikmişti. Saksılar içerisinde türlü türlü çiçekler yetiştiriyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış 60 yaşında olduğu halde 80 yaşının üzerinde gösteriyordu. Yüz hatlarının çizgilerinden çok acılar çektiği anlaşılıyordu. Hiç kimseyle konuşmaz, sadece bahçesiyle ve saksılardaki çiçeklerle uğraşırdı.
Bitişikte evi olan komşusu evinin bahçesinden seslendi:
-Kolay gelsin komşu
-Teşekkür ederim…
-Benim adım Mehmet komşu. Sen de adını bağışlar mısın?
-Garip diyebilirsin…
-Her yaz buraya geliriz, kışın da gideriz komşu. Sen yaz kış kalıyorsun sanırım.
-Evet… deyip içeri girdi Garip. Komşusu Mehmet ise şaşırıp kalmıştı. Kendisine çok kısa cevaplar vermiş sanki konuşmak istemiyor gibiydi.
Yaz aylarının kavurucu sıcağı öğleden sonra denizden gelen esinti ile biraz serinletiyordu havayı. Garip, divanın üzerine uzanmış gözleri bir boşluğa bakar gibi dalgın dalgın düşünüyordu yaşadıklarını ve yaşayacaklarını. Kendisini bir kayanın dibine atarak çığ altında kalmaktan zor kurtulmuştu. Çok korkunç bir gündü. Çığın tepeden aşağı yuvarlanarak geldiğinde çıkardığı sesin uğultusu halen kulaklarında çınlıyor gibiydi. Çocukları bile merak edip aramamışlardı kendisini .
Duvarda asılı olan çocuklarının resimlerine baktı, ”ne güzel günlerdi” diye geçirdi içinden. Çocuklarının ‘’baba’’ deyişlerini, koşup kucağına gelerek dizlerinde oturduklarını, durmadan soru sorduklarını, ha bire baba ile muhabbet etmeye çalıştıklarını hatırladı. Tıpkı bir filim şeridi gibi geçiyordu gözünün önünden. Şimdi ise yıllardan beri çocuklarını görmediği gibi seslerine bile hasret kalmıştı. ”Yüreğim yanıyor, yüreğin yansın” diye beddua etti kendisini bu hale düşürenlere.
Bir iki saat sonra kalkıp saksıdaki bütün çiçekleri bahçe duvarının önüne sıraladı. Musluğu açıp bahçede ektiği sebzeleri, meyve ağaçlarını ve gonca güllerini sulamaya başladı.
Biraz sonra paytak paytak yürüyerek bahçenin kapısının önüne 3-4 yaşlarında bir oğlan çocuğu gelmiş bakıyordu.
‘’Amcaaa bana bir gül verir misin?’’ dedi.
Garip çocuğa baktı, boynunu bükmüş elini yüzüne götürmüş, sıkıldığını ve utanarak istediğini belli eder gibiydi. Dalından bir gül koparıp çocuğa uzattı.
‘’Al yavrum’’ dedi. Çocuk gülü alınca büyük bir sevinçle geri döndü,
”Anneee bak amca bana gül verdi” diye sevinç çığlığı atıyordu. Annesi ile babası çocuğun elinden tuttular, ”hangi amca verdi?” diye sordu annesi, çocuk eliyle bahçeyi sulayan adamı gösterdi ve gelip bahçenin kapısının önünde durdular.
‘’Kolay gelsin amca, gül için teşekkür ederiz “dedi annesi Garip ile göz göze geldiler. Garip karşısında duranın kızı olduğunu görünce ani bir şok geçirdi, kalbi duracak gibi olmuştu, ama kızı tanımamıştı babasını. Duvarın önünde sıralanmış çiçeklere baktı.
‘’Amca ne kadar güzel çiçekler böyle, bunların adı ne?’’ diye sordu.
Garip kızının yüzüne bakmadan;
‘’Onlar hüzün çiçekleri kızım ”dedi. Elindeki hortumu bıraktı, gidip çeşmenin hortumunu çıkardı, olduğu yere çömeldi. Sırtı kızına dönüktü, gözlerinden yaşlar süzülüyordu yanaklarından aşağıya doğru. Hıçkırarak ağlamak istiyordu ama kendini zor tutuyordu. Kızının babasını bu halde görmesini istemiyordu. Akan su ile yüzünü yıkamaya çalıştı.
Kızı ise şaşkınlıktan dili tutulmuş gibiydi. Bu ses babasının sesine çok benziyordu ama babasının yıllar önce çığ altında kalıp öldüğünü duymuşlardı. Başı döndü, bir an düşecek gibi oldu, bir eliyle duvara tutundu, kocası da şaşırmıştı bu haline.
-Ne oldu neyin var? diye sordu karısına,
-Amca ne dedi, anlamadım, sen duydun mu ne dedi ?
-Bunlar hüzün çiçekleri dedi hüzün çiçekleri