AĞLIYORUM SESSİZCE…

Esen yele yalvardım
Dedim yâre de derdimi…
Yarım kaldı muradım
Gidip yâre de derdimi…
Beni buralara bağlayan senin varlığındı Hacer. Senin hayalindi, sesindi, sözündü. Geceleri uyku girmedi gözüme sabahı sabah ettim hep senin için…
Benimle gelecektin yolları kar kaplamış olsa bile. Geçit vermeyen dağları aşıp yine de bana gelecektin, ahtın vardı bana…
Askere gideceği gece birlikte olmuşlardı. Buna rağmen yine de bırakıp gitmişti kendisini…
Sinan, bütün geçmişini geride bırakmış gidiyordu. Hayallerini, umutlarını, sevdiklerini ve sevdasını… Doğup büyüdüğü bu güzelim köyünü terk ediyordu artık. Sevdiği Hacer beklememişti Sinan’ı. Nüfus memurluğunda çalışan Bekçi Hasan’ın oğlu Veysel ile evlenip şehre gitmişti.
Sinan Erzurum’da askerliğini yaptığında tabur komutanı ve bölük başçavuşu ile yolda tipiye yakalanmışlardı. Bir mağaranın içine vardıklarında herkesi uyku basmıştı. Sinan büyüklerinden duymuştu böyle zamanlarda ne yapacağını. Hemen kasaturayı çıkarıp sol elinin içini boydan boya kesip sigaradan çıkardığı tütünü basmıştı yaranın içine. Onun verdiği acı ile uyuyamıyordu. Kemerini çıkarıp uyumasınlar diye komutanlarına vurmaya başladı ama ne yapsa gözleri uykuya gidiyordu her ikisinin de. Uyuduklarında bir daha kalkamayacaklarını biliyordu Sinan. Kasatura ile onların elinin içini de kesip sigara paketini çıkarıp tütün bastı. Böylece onlarda gece boyunca uyumadılar. Sabah tipi durunca yola koyulup birliğe gelmişlerdi.
Teskere aldığında komutanı “İstanbul’a git. Kardeşim orada inşaat işleri yapıyor. Onunla birlikte çalış. Sen benim hayatımı kurtardın evladım. Sana bu borcumu nasıl öderim bilmem’’ demişti.
Sinan garajda otobüsten inip komutanın verdiği adresi buldu. İnşaat işleri yapan Abdulkerim idi. Ağabeyi kendisine yaşadıklarını anlatmıştı. Sinan’ı büyük bir sevgi ile karşıladı, ”benim ağabeyimin hayatını kurtaran yiğit hoş geldin, başımın tacısın sen” diyordu.
Sinan inşaatın bütün envanterini tutuyordu. Her şeyden sorumluydu. Abdulkerim’in sağ kolu gibiydi. Yaptığı inşaattan bir daire vermişti Sinan’a. Artık bir evi olmuştu, işi gücü yerinde rahatı iyiydi ama yüreği hep yaralıydı. Hacer’in kendisini bırakıp gitmesini asla aklından çıkarıp atamıyordu.
Yıllar yılları kovaladı. Sinan, annesi ile mektuplaşıyordu. Bir mektubunda Hacer’in eşi Veysel kalp krizinden hayatını kaybetmiş, Hacer’in ise küçük çocuğu ile babasının evine döndüğünü yazıyordu. Sinan bir türlü anlam veremedi annesinin yazdıklarına. Çünkü kendisini sırtından vuran birini asla hatırlamak bile istemiyordu.
Memleketine gidip anne ve babasını da yanına getirmek istiyordu. Abdulkerim ile konuştular, fikir birliğine vardılar. Sinan valizini hazırlayıp garaja gitmek için evden çıktı. Kapıda postacı ile karşılaştı. Annesinden mektup getirmişti. Alıp cebine koydu, ” yolda okurum” diye geçirdi aklından.
Otobüse bindiğinde zarfı cebinden çıkarıp açtı. İçinde annesinin değil Hacer’in mektubu vardı ve şöyle yazıyordu mektubunda;
Hayallerimin güzel insanı…
Sevgini hiçbir zaman yüreğimden söküp atamadım.
Yüreğimde gizlediğim bazı şeyleri seninle paylaşmak istiyorum benimle mezara gitmesin diye.
Senin çocuğunu karnımda taşıdım, kucağımda büyüttüm. Bugün yedinci yaşına giren oğlun tıpkı sana benziyor.
Her gün, evet her gün bakıyorum ağlıyorum sessizce…