İÇİM SIZLIYOR…

                     

Zalim felek hangi kalemle yazmış

           Silemedim bu yazıyı bir türlü…

           Mesut Almanya’ya çalışmaya gitmişti. Kendi köylüsü Selim ile birlikte bir fabrikada çalışıyorlardı. Biraz para biriktirip döneriz derken tam yedi yıl olmuştu.  İzin bile kullanmamışlardı. Her ay para göndermişti kardeşi Nihat’a mal mülk alsın diye.

           Bir gün eşinden bir mektup aldı. Eşinin okuryazarlığı yoktu ama belli ki birilerine yazdırmıştı mektubu. Kendisinin çok hasta olduğunu, bir an önce gelmesini, dört gözle beklediğini yazıyordu. ‘’Oğlumuz bu sene okula başladı’’ diyordu. Mesut çalıştığı firmadan izin almış eşyalarını topluyordu. Selim yanına geldi;

         -Demek gidiyorsun ha Mesut kardeşim… Köyde gördüğün herkese, gezdiğin her yere selamlarımı söyle.  Çok özledim köyümüzü. İnan burnumdan tütüyor.  Aşağı çeşmeye inersen buz gibi suyundan iç ve benimde o güzelim suyu özlediğimi, bir gün geldiğimde kana kana içeceğimi söyle…

        Selim durmadan konuşuyor herkese, her şeye selamlarını sıralıyordu. Bir ara sustu Mesut’un toplanmasına yardım etti, birlikte eşyaları taşıyıp arabaya yüklediler. Mesut Almanya’ya gelişinin ikinci senesinde Ford Granada marka bir araba almıştı. Selim’le kucaklaşıp vedalaştılar.  Mesut yola koyuldu. Nasıl gideceğini bilmiyordu ama kendi memleketinden Ahmet isimli bir arkadaşı da izine gidiyordu. Yolda onu takip ederek geleceklerdi yurduna yuvasına…

          Geceli gündüzlü tam üç gün yol gelmişlerdi. Mesut köyüne vardığında güneş batmak üzereydi. Büyük bir sevinç kaplamıştı ortalığı.  Sarılmalar, kucaklaşmalar, hal hatır sormalar derken gece yarısına kadar oturdular dertleştiler. Eşinin bir deri bir kemik kaldığını fark etmişti. Oğlu ise hiç kucağından inmiyordu.

         Kardeşi Nihat bir traktör, birkaç parça tarla, meyve bahçesi ve üzüm bağı almıştı. Bir kaç gün sonra Mesut kardeşi ile üzüm bağının kenarında oturup dertleşirken, “Kardeşim aldıklarının bir kısmının tapusunu bana ne zaman vereceksin?” diye sorunca kardeşi kızdı ve  “Ben de yıllardır senin eşine ve çocuğuna bakıyorum. Eşin ince hastalığa tutuldu.  Üç ay hastanede kaldı, kim baktı?  Tabi ki ben baktım. Şimdi benden hangi malın hesabını soruyorsun? “ diyerek vermeyeceğini açık ve net bir şekilde kestirip attı. Her ne kadar saatlerce konuşup tartıştılar ise de bir türlü anlaşamadılar.

             Eve döndüklerinde Mesut”un üzgün olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Eşi defalarca sormasına rağmen hiçbir şey söylemedi.       

            Günlerce bu konuda babası ve annesi ile konuştu, onlarda kendisine yardımcı olmamışlardı. Bir gece yarısı eşini kaldırdı, eşyalarını toplayıp arabaya yerleştirdiler ve hiç kimseye haber vermeden eşi ve çocuğu ile yola koyuldular. O zamanlar Almanya vizesi yoktu. Orada çalışan istediğini alıp götürüyordu.

          Almanya’da ayrı bir ev tutup işine geri döndü.

          Yıllar su gibi akıp gidiyordu. Selim memleketine izine gitmişti. Döndüğünde Mesut”a uğradı hoşbeşten sonra Selim, ”Mesut sana kötü haber vermek bana düştü “diyerek söze başladı. Kardeşi Nihat’ın traktörle çift sürmeye gittiğini, dönüşte Hozat’ın virajlı yollarında traktörün devrildiğini ve altında kalıp hayatını kaybettiğini anlattı.

       Mesut donup kalmış, kaskatı kesilmişti.  Gözlerinden yaşlar süzülerek yanaklarından aşağı akmaya başladı. Sessizce ağlıyordu. Bir ara duyulur duyulmaz bir sesle  şöyle diyordu :

       -Keşke böyle olmasaydı be kardeşim; içim sızlıyor…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.