BENİM ANAM NARE

Bir tenhada gördüm onu

O ağladı ben ağladım

Baktı da büktü boynunu

O ağladı ben ağladım…

Sevdiğine olan hasretini bu satırlarla dile getirmişti Sadık… Bir feryattı, bir figandı, bir hicrandı, acıydı ve bir isyandı kaderine.

Yıllardır hasret kalmıştı sevdiğine. Kan ter içinde uyandı uykusundan. Rüyasında görmüştü onu boynunu büküp ağlarken.  Elini uzatmıştı ona ama birden bire gözden kaybolup gitmişti Nare…

Çocukluk aşkıydı, ilk göz ağrısı,yüreğine düşen ve bütün bedenini kasıp kavuran ilk ateşti Nare’nin sevgisi. Bir mendil vermişti etrafı oya işlemeli “Sadık bu mendili sakla ve baktıkça benim için ağla” demişti. Sadık ise annesinin yakut taşlı bir yüzüğünü vermişti Nare’ye..

Nare, Ermeni bir ailenin kızıydı. Aynı köyde doğup büyümüşlerdi. Yazın birlikte çok ekmek su taşımışlardı ekin biçenlere. Onların aşkı dilden dile, kulaktan kulağa yayılmıştı bütün ova köylerine. 1915-16 yılında çıkan Tehcir kanunu ile evini barkını bırakıp gitmişlerdi.

Sadık çaresizdi. Elinden bir şey gelmiyordu Nare giderken. Sadece boynunu büküp kalmakla yetinmişti gözyaşları içinde. Köyün altındaki kalenin üzerine çıkıp gözden kayboluncaya kadar izlemişti onları.

Nare gidince “Bana evlilik haram “demiş ve bir daha kimseyi sevmemiş, sevememişti. İyi bir duvar ustasıydı Sadık. Babasından öğrenmişti ustalığı. Köy köy,ilçe ilçe gezip inşaatlarda usta olarak çalışıyordu.

Aslında Nare ülkeyi terk etmemişti. Yolculuk sırasında Antep’te mola verdiklerinde  gece gizlice kaçmış bir evin bahçesine gizlenmişti.

Hasan ağa uyandığında evin bahçesinde iki büklüm, tedirgin gözlerle etrafına bakınan Nare’yi  gördü.  Jandarmalardan kaçtığını anlamıştı. Eve alıp sakladı onu ve oğlu ile evlenmesini söyledi. Yoksa buralarda durması mümkün değildi.  Nare çaresizce kabullendi.

Nare, Yusuf ile evlendi ve  bir erkek çocukları oldu.

Ülkenin her tarafı yabancı devletler tarafından istila edilmişti. Kurtuluş savaşı başladı. Yusuf, kurtuluş savaşı sırasında Antep’te Kara Yılan ile birlikte Fransızlara karşı savaşmış ve şehit düşmüştü.

Kurtuluş savaşı bittiğinde bütün yabancı devletler kovulmuştu bu ülkeden. Yani geldikleri gibi gitmişlerdi.

Hasan ağa oğlunun şehit düşmesinden sonra pek uzun yaşamadı ve hayata gözlerini yumdu.

Nare, küçük çocuğu ile kalmıştı bir başına…

Hasan ağanın çok toprakları vardı köyde. Yarıcı usulü ile köylüler ekip biçiyorlardı bütün tarlaları…

Çok mevsimler, çok yıllar gelip geçti tıpkı birrüzgar gibi.

Her taraf yıkık dökük, ülkede hummalı bir çalışma var. Sadık, ilçede Haşim Beyin konağında çalışıyordu. Öğlen yemeğini yedikten sonra bir kahvehanede işçilerle birlikte oturmuş çay içiyorlardı. Kara yağız, bıyıkları yeni terlemiş, şahin bakışlı bir genç gelip yan masaya oturdu ve bir çay istedi. Çayını içerken gözleri uzaklara dalıp gitmişti.

Kahveci boş bardağı alırken sordu:

-Sen buralarda yabancısın herhalde delikanlı. Nerden gelip nereye gidiyorsun ?

-Antep’ten geliyorum amca.

-Burada bir yakının falan mı var yoksa birini mi arıyorsun?

-Sadık usta diye birini arıyorum, onun yaşadığı köye gideceğim.

-Sadık usta burada  dedi ve yan masaya dönerek :

-Sadık usta, bu delikanlı seni soruyor diye seslendi.

Sadık yerinden kalktı geldi masadaki boş sandalyeye oturdu, ”Hoş geldin delikanlı.  Bir inşaat işiniz mi var? “diye sordu

Genç alıcı gözlerle saçı sakalı kırlaşmış, yüz hatları kırış kırış olan Sadık ustayı süzdü ve sonra cebinden mendile sarılı bir şey çıkarıp Sadık ustaya uzattı

-Bu senin usta, bunu anam gönderdi. Şayet yaşıyorsa mutlaka bizi bulur dedi.

Sadık mendili açtı gördüklerine inanamıyordu. Mendilin içinde Nare’ye verdiği yüzük vardı. Bütün vücuduna titreme düşmüştü. Şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırdı ve zor bela kendisini toparlayıp:

 

-Senin annen kim delikanlı? diye sordu.

-Benim anam Nare…

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.