ORAKÇILAR

Kurmuş çadırını da kara yazıya
Layık mıyım anlımdaki yazıya…
Bir uçtan bir uca irili ufaklı taşlarla kaplıydı Karayazı düzü. Bazı tarlaların kenarında tek tük yabani alıç ağacı bulunurdu. Tarlaları temizlemek için toplanan taşlar tarlanın ortasına yığılırdı, bunlara gunç denirdi. Temizlenen yerler kara sabanla sürülerek buğday ve arpa ekilirdi. Su yoktu. Yağmurun bol olduğu seneler buğdaylar insanın göbek hizasına kadar büyürdü.
Köylüler bir elinin parmaklarına elçek takıp diğer ellerinde orakla yazın buğdayları biçerlerdi. Gün doğmadan ekin biçmeye başlıyor, öğlen sıcağında ise büyük bir çadır bezini açarak ortasına bir ağaç dikip diğer uçlarını iple bağlayıp toprağa çakarak gölgelik yaparlardı. Bunlara da çatma denirdi.
Büyük bir sevinç ve zevkle ekin biçmeye başlandığında her tarladan nara sesleri yükselirdi. Bir tarladan bekçi Hasan, diğerinden Mahmut amca, bir diğerinde Kazım abi sevinç naraları atıyordu. Hem kendilerini motive ediyorlar hem de can hıraç çalışıyorlardı.
Bekçi Hasan, köylülerin içinde en güzel buğday biçenlerden biriydi. Bir de Nezaket abla vardı, yeni gelin gelmişti köye. Uzun Selvi boyu, siyah saçları ve ela gözleri ile bir ceylanı andırıyordu. ‘’Ben orakçıyım’’ diyen her erkek Nezaket abla gibi orakla ekin biçemezdi. Eline orağı alıp eğildiğinde bir kucak dolusu pırnatla kalkardı.
Bir ay boyunca ekin biçerlerdi. Kimsenin gelip geçmediği, insan ayağının değmediği Karayazı’nın sesiydi, neşesiydi onlar. Daha sonra ekilen buğdayları harmana taşıyıp düvenle sürerek buğdaylarını çıkarıp Paşavenklinin değirmeninde un haline getirirlerdi.
Yıllar sonra ekin biçme makinaları, biçerdöverler çıkınca kimse elçek ve orakla buğday biçmeye gitmiyordu.
O güzel insanlar aynı köyde sevinçleri mutlulukları, acıları hüzünleri birlikte yaşadılar ve başka köylerde bir birinden uzak şehirlerde birer birer bu dünyadan göçüp gittiler. Bir tek Nezaket abla yaşıyordu. İhtiyarlamış, elinde bastonu ile zar zor yürüyordu. O günleri anımsadığında gözlerinin içi doluyor” Çok çektik be gülüm çok çektik” diye yakınıyordu. Özlediği tek şey ise gençliğiydi, güzelliğiydi, yıllar onları da alıp götürmüştü elinden. Şimdi uzaklara dalgın gözleriyle saatlerce bakıp duruyordu, kim bilir neler geçiriyordu içinden.
O güzelim insanların gidişi ile kara yazıda öksüz kalmıştı. Eski şenlikler, sevinçler, mutluluklar yoktu. Çünkü bu yerlerin sesi, sazı, sözü, neşesiydi orakçılar.
Işıklar içinde uyuyun…