Hozat’ın önünde çift pınar akar

               Emoş hanım oturmuş elini yıkar…

           Dersim’in bahtsız kızı Emoş hanımın anısına saygıyla… 

          Emine, henüz beş, altı yaşlarındaydı… Babası Cafer, ona hep Emoş diye hitap ederdi. Sessiz, sakin, ürkek bakışlıydı Emoş.

          Dersim olayları başladığında kaçanlar dağlara ve ormanlara sığınmıştı. Emoş ile babası ormanın içerisinde meşe ağaçlarının yoğun olduğu bir yerde büyük bir kayanın dibinde saklanıyorlardı. Dağ taş asker dolmuştu. Her taraftan akın akın geliyorlardı. Kendilerine doğru askerlerin geldiğini görünce Cafer, kızını bir ağaç kümesinin içine gizledi ve  “Sen burada bekle kızım. Sakın çıkma. Ben dönüp seni alacağım” deyip sessizce aşağıya doğru yürüdü. Askerlerin kızını görmesini istemiyordu. Hızlı adımlarla askerlere doğru ilerledi. Görüldüğünü fark edince dağdan aşağıya doğru koşmaya başladı. Bir ceylan çevikliği ile taştan taşa atlayarak koşuyordu. Askerlerin ona kavuşması mümkün değildi. “dur kaçma” diye bağırıyorlar ve ardından basıyorlardı kurşunu. Cafer kaçarken bir yay çizer gibi gidiyordu. Kurşunlar sağından solundan vınlayarak geçiyordu. Harçik ırmağına yaklaştığında tüm hızıyla attı kendini ırmağın azgın sularına. Kurşun sesleri dağı taşı inletiyordu.

               Emoş günlerce saklandığı yerden çıkmadı. Aç susuz babasının gelmesini bekliyordu ama ne gelen vardı ne giden. Yavaşça saklandığı yerden çıktı. Çok susamıştı. Harçik ırmağına doğru yavaş ve ürkek adımlarla yürümeye başladı. Doru atının üzerinde köyleri gezip çerçilik yapan Ahmet amca ile karşılaştı. Çerçi Ahmet amca Emo’şu atının terkisine bindirdi  ve yavaş yavaş yola koyuldular.

        Çerçi Ahmet amca Emoş’u Dersim’den çıkarıp Elazığ’a kendi köyüne getirdi.Soranlara “Rahmetli kardeşimin kızı” diye tanıtıyordu. Kendi çocuğu gibi bakıp büyüttü ve Arap isimli bir delikanlı ile evlendirdi.

        Yıllar bir rüzgar gibi gelip geçmişti.

          İki kızı ve dört oğlu dünyaya geldi Emoş’un.  Onlar da büyüyüp evlendiler.   Torunları çoğaldı Emoş hanımın. Mutluydu ama yüreğinde hiç bitmeyen bir hüzün vardı. Gülerken bile hüzünle gülüyordu. Babasının bir daha geri dönmeyişi, annesine ise köyde ne olduğunu bir türlü öğrenemedi. Dünyaya geldiği köyün ismini bile hatırlamıyordu. Yüreğinde taşıdığı acı ve hicranın izleri yüzüne yansıyordu. Onun için hep hüzünle bakıyordu gözleri.

        Elinde ceviz ağacından yapılmış bastonu ile ağır ağır yürüyerek gelip kapının önündeki tahtadan yapılmış kanepeye oturdu Emoş hanım. Saçları ap aktı, eli yüzü kırışmış, gözlerinin feri sönmüş gibiydi. Evleri köyün üst tarafında yüksek bir yamacın üzerine yapılmıştı. Her gün kapının önünde oturup saatlerce uzaklarda gözüken dağları seyrediyordu.

        Yıllarca hep babasının yolunu gözlemişti ama babası bir daha geri dönmemişti. Oturduğu yerden kalkmak istedi bir türlü kalkamadı. Kolu kanadı kırılmış gibi dizlerinde güç kalmamıştı. Tekrar oturdu başını duvara yasladı. Yol gözler gibi uzaklara bakıyordu.

      Kızı Elif mutfaktan çıkıp geldi, annesinin yanına oturup konuşmaya başladı. Bir süre sonra annesinden ses çıkmadığını görünce  annesinin elini tuttu… Birden irkildi. Eli buz gibi soğuktu.

   Gözleri açık bir halde bu dünyadan göçüp gitmişti Emoş hanım…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.