KUŞÇU ALİ

            Her kuşun bir yuvası var

            Hele bak ne sevdası var…

       Sahil kenarında güzel bir kasabada barakayı andıran  briketten yapılmış, üstü kiremitle kaplı iki odalı evinde yalnız başına yaşıyordu Kuşçu Ali

Yaşı 70’in üzerindeydi. Kimsesi yoktu ama çok uzaklarda ki iki çocuğundan başka.  Onlarla da senede bir gün bile görüşmek nasip olmuyordu.

       Evinin önündeki ufacık bahçesinde güvercinler için bir kümes yapmıştı. Gününü onlarla geçiriyordu. Güvercinlerden birinin kanatlarının üzerinde kırmızı renkte tüyleri vardı. Göğsündeki tüylerin ise bir kısmı siyahtı. Adını ‘’Kınalı’’ koymuştu. Gittiği her yere kınalı da onunla gidiyordu. Omzunun üzerinden hiç ayrılmıyordu. Kasabanın sahil kenarındaki kahvesine birlikte gidip geliyorlardı. Tüm kasaba halkı Kuşçu Ali’nin kuşlara olan bu sevgisine hayranlık duyuyordu.

             Ramazan bayramıydı… Herkes birbirleri ile bayramlaşıyor, uzakta olanlar anne ve babalarının bayramını kutlamak için geliyorlardı ama Kuşçu Ali’nin hiç geleni yoktu. Çok beklemişti bu bayramda çocuklarının gelmesini.  Gün boyu yol gözleyip durmuştu ama ne gelen vardı ne de giden. Çok hüzünlenmişti yüreğini bir mengenede sıkıyorlardı sanki.

       Kınalı ile birlikte kahvehanede uzun bir süre oturdu.  Kahvehaneye gelen herkes kınalıyı seviyordu. İnsanlardan hiç kaçmıyordu kınalı. Uçarak her masaya konuyor, sonra gelip Kuşçu Ali’nin omuzları üzerinde tünüyordu. Yavaşça oturduğu yerden kalktı eve doğru yürümeye başladı… Evin penceresinin önündeki divana uzandı, derin düşüncelere daldı. Kınalı ise açık pencereden bir dışarı çıkıyor, bir içeri giriyordu.

         Çocuklarının küçüklük halleri geldi gözünün önüne. Birlikte piknik yaptıkları, gezmelere gittikleri günleri anımsadı, gözleri dolu doluydu… Derin düşünceler içerisinde çocuklarının duvarda asılı resimlerine bakıyordu.

       Ertesi gün kahveci Ferit, Kuşçu Ali’nin evinin önünden geçip kahvhaneye doğru yürüyordu. Kümesteki güvercinlerin telaşla ötüşleri, çırpınarak kümes içerisinden oraya buraya çarptıkları sesleri duyunca yırtıcı bir hayvanın girdiğini düşünmüştü… Dönüp kümesin kapısını açtı, bütün güvercinler hep birlikte kanat çırparak uçup evin penceresinin önüne kondular.  Kümesten içeri baktı, yabancı bir hayvan yoktu.  Kuşların acı acı ötüşleri dikkatini çekmişti. Eve doğru yürüdü, pencereden baktı… Kuşçu Ali divanın üzerinde boylu boyunca uzanmış uyuyordu. Seslendi ama ses çıkmayınca evin kapısını açtı içeri girdi. Kuşçu Ali’nin bu dünyadan göçüp gittiğini anlamıştı; “Kimsesiz kalmıştı zavallı” diye duyulur duyulmaz sesle mırıldandı. Kınalı ise Kuşçu Ali’nin göğsünün üzerine tünemiş duruyordu.

                Cami imamı sela okudu. Duyan bütün kasaba halkı camiye toplanmışlardı. Cenaze namazını kıldıktan sonra tabutu omuzlarına alıp mezarlığa doğru yürümeye başladılar. Kuşçu Ali’nin beslediği bütün güvercinler hüzünlü ötüşleri ile birlikte onları izliyorlardı. Mezarlığın  kenarında ki büyük bir çam ağacının üstüne kondular. Kuşların dilimidir, duyguları mıdır bilinmez ama gökyüzünde salınarak uçuşan bütün serçe kuşları da sürüler halinde gelerek çam ağacının dallarına kondular. Her biri bir yandan hüzünlü bir melodiyi andıran sesleri ile ötüşüyorlardı. Bütün millet bu duruma şaşırıp kalmıştı, şaşkınlık içindeydiler… Bu güne kadar görülmemiş bir olay karşısında ne yapacaklarını, ne diyeceklerini bilemediler.

         Kuşçu Ali’nin kendi canından, kendi kanından hiç kimse yoktu cenazesinde ama gökyüzünün sultanları olan bütün kuşlar onu yalnız bırakmamışlardı.  Ağıt yakarcasına hüzünlü  ötüşleri ile uğurluyorlardı onu.

                Onları göremiyordu ama kim bilir belki acı acı ötüşlerini duyuyordu Kuşçu Ali…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.