GERÇEK OLSAYDI

Yıllar yorgun aylar yorgun, gün yorgun
Yürek yorgun beden yorgun dil yorgun
Hasan Argav anısına saygıyla…
Çocuk yaşta insanın gördükleri ve yaşadıkları asla unutulmuyor. Sevdiği kişiler onun hep kahramanı oluyor ve yaşadığı sürece onları yüreğinde taşıyor. Bunun bilimsel bir açıklaması var mı bilmiyorum.
Sol elindeki çakmak taşının üzerine kavı koyup parmağıyla tutarak diğer elindeki çakmak taşıyla birbirine vurup yanan kavın ateşi ile piposunu yakan 80 li yaşlarında olan Hasan Dede geldi aklıma. Çakmak veya kibrit kullanmayışı yokluktan mıydı yoksa kav ateşi ile Pipo tütününü yakmak ayrı bir haz mı veriyordu kendisine onu bilmiyorum.
Yılların yorgunluğu yüzüne vurmuş gibiydi… Başında şapkası, gür kaşları, pala bıyıkları, mahzun, sevecen bakışları ve yemyeşil gözleri vardı. Hiç yürüyüşünü hatırlamıyorum ama hep bir sebze tarlasının başında oturup piposunu tüttüren, sigara dumanından pala ve gür bıyıklarının sapsarı olduğunu hatırlıyorum.
Dersim’den gelmişlerdi köyümüze… Annesi Ermeni’ymiş. Dersim’de topik lakabı ile anılırmış. Topik, Ermenice de tatlı bir yemek adıymış. Hani bir türkü vardır ya, ” Dağlara da duman ne güzel uymuş ” bu topik lakabı da Hasan dedeye o kadar güzel uymuştu ki anlatamam…
İnsanın içine dokunan ve yüreğini sızlatan yanık bir sesi olduğunu duymuştum. Huma kuşu türküsünü çok severmiş bir de Mamoş türküsünü.
Bir türlü dinleme şansım olmadığı için hatırladıkça üzülürüm.
Ölüp giden herkes geride çok şey bırakır malını mülkünü, servetini iyi veya kötü anılarını…
Hasan dede ise ölümünden sonra insanlık abidesi, alçak gönüllü, hoşgörülü, iyi niyetli bilge evlatlar ve torunlar bırakıp gitti. Çocukluğumun kahramanları arasına giren bu güzel insanın yaşamından bir kesiti yazıya dökmeyi bir borç biliyorum. Işıklar içinde uyusun…
İlk defa Bağdat ismini ondan duymuştum. Nerede olduğunu bile bilmiyordum. Çocukla çocuk olan ve muhabbet eden Hasan dede bana demişti ki ,“Dünyada ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz .“
Bu cümle ile anlatmaya çalışmıştı Bağdat ‘ın güzelliğini…
Kıtlık dönemini yaşamıştı Hasan dede, açlık ve yokluğun kol gezdiği, herkesin yol kesip birbirini soyduğu dönemdi. Her ne kadar ‘’ben bu işleri beceremem, herkes beni tanıyor’’ demiş olsa da eşinin zoru ile Hasan dede de eline tüfeğini alıp çıkmıştı yol kesip soygun yapmaya ama elindeki tüfeği de kaptırıp çar naçar geri döner eve “Hanım ben sana demedim mi bu işleri beceremem diye… Bak tüfeğimi de aldılar elimden “diye sitem eder.
Babası Hüseyin Yemen’de yedi yıl savaşmıştı . Askerliği bitince köyüne gelir Dersimin Şıhso köyüne orada muhtarlık yapar, bir çok arazi alır ama vefatından sonra Çarsancak beyleri bu arazilerin hepsini Hasan dedenin elinden bin bir türlü düzenbazlıkla alırlar. Çünkü Hasan dedenin okur yazarlığı da yoktur.
Çocukluğumun kahramanı bu güzel insanları düşünerek uykuya daldığım gece rüyamda görmüştüm Hasan dedenin oğlu bilge insan nur yüzlü Baki amcayı… Büyük bir salonun içerisinde otururken kalkıp dışarı çıktığında arkasından gitmiş, elimi omuzuna atarak, “Baki amca gel seninle bir resim çekelim, Almanya’da yaşayan oğluna göndereyim” deyip cep telefonu ile selfi çekmek isterken Baki amca uzanıp bir dut dalını tutarak dut yemeye çalışıyordu. Resim çektim, elimi omuzundan indirdim. Baki amcayı bir daha göremedim… Aniden gözden kaybolup gitmişti. Sonra baktım ki ne bakayım sadece kendi resmimi çekmişim.
Uyandığımda çok etkilenmiştim. O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler. Bu dünyadan, sevgiyi, saygıyı , güzelliği ve dostluğu da alıp götürmüşlerdi. O gün bu gündür onların yerini dolduracak bir kahramanım daha olmadı.
Keşke rüyam gerçek olsaydı …